Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu'nun sarf ettiği ve bir anda "köken tartışması"na dönüşen sloganvâri sözleri, mevcut bir kronik hastalığın da yeniden nüksetmesine, depreşmesine sebebiyet verdi.
Kayseri'de düzenlenen bir sempozyumda konuşan Halaçoğlu'nun "Türkiye’de yaşayan Kürtler’in Türkmen kökenli, Kürt Alevileri’nin ise Ermeni kökenli olduğu" iddiasında bulunması, ilk bakışta Türkiye'nin ve Türklerin hayrına gibi görünüyor olmasına rağmen, hakikatte durum tam tersinedir.
Bu tarz bir yaklaşım, insanlarımızı birbirine düşürmekten, birbirinden soğutmaktan başka bir şeye yaramaz.
Hele hele, delilsiz, belgesiz şekilde ortaya atılan bu tür iddialar, Türkler'e düşman kazandırmaktan öteye gitmez.
Hem ne maslahatı var ki, bu tarz konuları konuşup kurcalamanın? Bugüne kadar bunun kim bir faydasını görmüş? Açıkça ifade edelim ki, "Türkiye'de yaşayan herkes Türktür" yaklaşımı, Türk milletine düşman kazandırmaktan başka hiçbir işe yaramaz ve yaramamış.
* * *
Esasında, "Türkiye'de yaşayan..." diyerek başlayan etnik kökene dair iddiaların içinde geçerli, tutarlı bir mantığın esâmesi de yok.
Zira, 1920'lerde çizilen mevcut sınırlarımız, etnisiteye göre tesbit edilmiş değil. Bu sınırlar, daha ziyade siyasîdir, coğrafîdir, fizikîdir; önemli bir kısmı da stratejiktir.
Kaldı ki, etnik ayrımı "Türkiye'de yaşayanlar ve yaşamayanlar" diye ayırdığınızda çok gülünç bir duruma düşersiniz. Bütün dünya ve ilim çevreleri biliyor ki, Türkiye'de yaşayan Kürtler ve Alevilerin komşu ülkelerde de pekçok yakın akrabası var.
Onun için, söze "Türkiye'de yaşayanlar" diye girdiğinizde, bu akrabaları da yok saymanız gerekecek.
* * *
Türkiye'de yaşayan "saf Türk"ün nüfus oranı ne olursa olsun, bin yıldır birbiriyle kaynaşmış bulunan halkın içinde bu hususu bir problem haline getiren yok.
Nüfusun ekseriyeti Türk olmamakla beraber, ekseriyet yine de Türkleşmiş; aynı dili kullanmakta ve aynı dinî inancı paylaşmaktadır.
Bunlar gibi, daha sayısız "birlik"ler varken, neden hâlâ ayrılık ve ikilik noktaları önemsenerek gündeme getiriliyor; anlamak mümkün değil.
Hem, bu zamanda nesiller o derece karışmış ve kaynaşmış ki, kimin ne olduğu ve nereden geldiğinin anlaşılması, ancak "Levh–i Mahfuz"un açılmasıyla mümkün olabilir.
O halde, bırakalım lüzumsuz, mantıksız, faydasız, hatta karıştırıcı, kışkırtıcı tartışmaları da, ayağı yere basan ve insanların huzurunu, barışını hedef alan konuları gündeme taşımaya çalışalım.
GÜNÜN TARİHİ 21 Ağustos 1968
Prag: Komünistlerden sosyalistlere darbe
Tarihte eşi benzeri olmayan bir kanlı işgal hadisesi, 20/21 Ağustos (1968) gecesi meşhûr Prag şehrinde yaşandı.
Çek (Slovakya) Cumhuriyetinin başkenti Prag şehrine giren komünist bloka (Varşova Paktı) bağlı binlerce tank ile yüz binlerce savaş askeri, gecenin koyu karanlığında başşehirle birlikte ülke topraklarını da işgal etti.
Başını Rusya'nın çektiği bu işgal harekâtına katılan tank sayısının 6 bin, asker sayısının ise 500 bin kadar olduğu tahmin ediliyor.
Komünist kuvvetlerin bu dehşet verici işgali esnasında yüzlerce ölüm ve yaralanma vak'ası yaşanırken, yaklaşık 300 bin civarında da diğer Avrupa ülkelerine kaçarak canını zor kurtardı.
Böylelikle, dünya diline yerleşen sekiz aylık "Prag Baharı" da sona ermiş oldu
Brejnev doktrini
Prag'ın işgali günlerinde, Çekoslavakya'nın başında liberal sosyalist Alexander Dubçek, komünist Rusya'nın başında ise, kanlı diktatör Leonid Brejnev vardı.
Brejnev, Sovyet Rusya'nın devlet başkanı, ama aynı zamanda komünist dünyanın da lideri konumundaydı. Komünizmin uygulanmasında katı ve acımasız bir politikadan yanaydı. Herhangi bir ülkenin bu bloktan ayrılma belirtisine dahi tahammül göstermeyecek kadar bağnazdı.
İşte, Alexander Dubçek'e karşı gazaba gelmesi de bu yüzden oldu.
Dubçek, 1968 yılı başında iktidara geldiğinde, liberalleşme yönünde bazı adımlar atmaya başladı.
Bu politika, medyanın kısmî özgürlüğü, tüketim maddelerine önem verilmesi, demokratikleşme, hatta çok partili bir hükümet kurulması gibi değişik ve önemli düzenlemeleri gerektiriyordu.
Neticede, federal bir anayasanın hazırlanarak Çekoslavak Sosyalist Cumhuriyetinin eşit iki halka dönüştürülmesi planlanıyordu.
Bütün bu gelişmeler, Brejnev'i adeta kudurtma noktasına getirdi. Derhal harekete geçti ve Dubçek'e karşı "Brejnev doktrinleri"nin en sert biçimde tatbik edilmesini istedi.
Brejnev'in bu isteği doğrultusunda harekete geçen komünist blok (demirperde ülkeleri) tam bir savaş hali içinde Prag şehrini işgal etti. (Romanya, aynı blok içinde olmasına rağmen, işgale karşı tarafsız kaldı. Diğerleri Rusya'nın yanında yer alarak komşu ülkeye birlikte saldırdı.)
Sonunda hem çok sayıda mâsum insan öldürüldü, hem de şehrin birçok yeri harabeye döndürüldü.
Hemen ardından, seçilmiş hükümet devrildi. Onun yerine, Rusya'ya bağlı kukla bir idare kuruldu.
Bu taktik, Rusya'nın tarihî karaktinde var olan ve sıklıkla başvurduğu aşağılık, acımasız bir politik yöntemdir.
21.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|