—Dünden devam—
İşte o yazımızda, siyasî ve içtimaî psiko-sosyal meselelerde de hazık/uzman bir doktor gibi Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu reçetenin (temel meselelerin, prensiplerin, metotların) kritik edilemeden aynen uygulanması gerektiğini vurgulamaya çalışmıştık. Meselâ, “ana parti akımları beştir” veya “hürriyetçiler/ahrarlar değil, milliyetçiler veya din adına ortaya çıkanlar desteklenebilir” gibi fasit bir yola gidemeyeceğimizi vurgulamak istedik. Dolayısıyla Bediüzzaman’ın yüzlerce yerde, “Kalbe ihtar edilen imanî” veya “İçtimaî/siyasî hayatımıza ait bir hakikat” diye işaret ettiği hususlar; cihanşumül prensipler ve esasları ihtiva eder.
“Aklını karıştırmamış” derken, ilhama dayalı olduğunu; yoksa-haşa!-İlâhî kurallar olduğunu değil; değiştirilirse, Bediüzzaman’ın düşünceleriyle ilgisi olmayan bambaşka bir şeyin ortaya çıkacağını kastediyoruz. Ki, Risâle-i Nur’lar için; “Bu Kur’ân dersleri dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar, vazifeleri-ulûm-u îmâniye cihetinde-yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve îzahlarıdır veya tanzimleridir. Eğer biri dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve îzah hâricinde birşey yazsa, soğuk bir muâraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risâle-i Nur eczaları Kur’ân’ın tereşşuhatıdır”,4 ifadelerini kullanır.
Elbette “izah, şerh/yorum ve tanzim” akıl en yüksek seviyede akıl yürütme ve muhakemeyi gerektirir. Dolayısıyla Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu Kur’anî ve Sünnetî hizmet ve siyaset stratejisinin temel prensipleri, ana umdeler, formülleri esas alınmalıdır. Yoksa, Risâle-i Nur, bu asrı ve gelecek istikbali tenvir ettiğine göre, elbette serdettiği hakikatler statik değil, doğmatik hiç değil.
Bediüzzaman, muhteşem bir tefekkür meydanı açar. Hatta, Kur’ân’ın belâgatının mu’cizeliğinin bir özelliği olan “icaz”dan (az sözle çok mânâlar ifade etme) ilham alarak hakikatleri formüller, özlü ifadelerle beyan eder. Ve muhteşem bir tefekkür, müşahade/gözlem, inceleme ve araştırma ufku açar. Sanıyorum “kalbe ihtar edilen bir hakikat” derken, “akıl-kalp” ilişkilerine getirdiği yeni boyuttan bahsetmektedir. Şöyle ki:
Akıl, anlama, ölçme-değerlendirme aletidir, yoksa, karar verme mekanizması değil. Dolayısıyla akıl da kalbin emrinde olmalıdır. Zira, kalp, duyguların kumandanıdır. “Akleden kalp”, 5 Kur’ân’ın tabiridir.
Kalp ile beyin arasındaki çift yönlü muhabere ağını oluşturan, yani, beyinden bağımsız, kendine has, kompleks ve esrarlı 40 bini aşkın, adına “kalpteki beyin” denen bir sinir sistemi bulunduğu ve beyinle dört kanal üzerinden iletişim kurduğu tesbit edilmiştir. Kur’ân’da bu “akleden kalp”şeklinde tanımlanıyor olsa gerek.
Ve Bediüzzaman, “kalbe ihtar edilen bir hakikat” derken, aklı iptal etmiyor; bilâkis aklı en yüksek ve en emniyetli bir şekilde kullanma melekesi kazandırıyor, onu, “akleden kalbin” emrine veriyor, hakikî mecraına oturtuyor.
Bu vesileyle bizi ikaz eden muhterem ilim ve fikir ehline tekrar teşekkür ederim. Yarın da Risâle-i Nur’un aklı tanımı ve verdiği değer üzerinde duralım inşaallah.
Not: haber7.com, 24.08.2007 tarihli, “Kimin etkisinde kalıyor, kimi dinliyoruz?” başlıklı yazımı aynen almakla beraber şöyle fasit bir düşünceyi bana mal ederek başa çıkarıp nazara vermiş:
Seçimlerde Mehmet Ağar’lı Demokrat Parti’yi destekleten Yeni Asya Grubu’nun önde gelen isimlerinden Ali Ferşadoğlu, ‘Çocuklarımızı bile ikna edemedik’ itirafında bulundu… “
Ben buradaki yanlışın hangi birisini düzelteyim acaba? Bir kere, ikisi bu seçimde oy kullanan çocuklar, “Böyle bir şey konuşmadık, niye böyle yazdılar?” diye yazıyı okuyunca, şöyle dediğimizi, sözkonusu değerlendirmeyi de tırnak içine aldığımızı fark ettiler:
Çok ciddî iki muhterem okuyucumuz, seçim sonunda beni arayıp aynı mealdeki düşüncelerini şöyle aktardılar:
“Demokratlar meselesi ve AKP’yi iyi değerlendirmemiz gerekir. Olayları isabetli okumalıyız. Biz oyumuzu demokrat misyona verdik. Ama, çoluk-çocuğumuzu ikna edemedik. Hanımlarımız sohbette Risâle-i Nur’dan okudu, biz de meseleyi akşam müzakere ettik, tartıştık, ikna oldular, sabahleyin AKP’ye oy attılar. Çocuklarımızı ise ikna edemedik!..”
Çocukların bile fark edeceği bu meselede iki durum ortaya çıkıyor:
*Ya okudukları yazının mahiyetini anlamamışlar; ki bu cehalettir, hatta echeliyettir…
*Veya kasten öyle yansıttılar! O zaman hem iftira, hem ihanet, hem ahlâkdışı davranılmış.
Yazıyı tamamen aldıklarına göre; sanırım birincisi… Eğer bu tekzibi yayınlamazlarsa, ikincisi de sözkonusu olmaz mı?
Dipnot:
4- Mektubat, s. 413.; 5. Kur’ân, Hac, 46.
26.08.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|