İsviçre'nin Lozan şehrinde gerçekleştirilen Lozan Konferansının üzerinden tam 84 yıllık bir zaman geçti.
İki bölüm halinde yapılan ve yaklaşık sekiz aylık gergin, kesintili, şüpheli ve şaibeli bir süreci içine alan konferans, nihayet 24 Temmuz 1923'te sona erdi.
Bu konferansta alınan resmî kararların ve yapılan anlaşmaların Millet Meclis'inde tasdik edilmesi ise, bu tarihten tam bir ay sonra (23 Ağustos) mümkün olabildi.
İşte, şimdilerde bu tarihî hadisenin 84. yıldönümünü idrak etmekteyiz. Ne var ki, bu tarihî hadisenin en az bilinenleri kadar bilinmeyen yönleri de bulunmakta.
Bugün, bir parça meselenin bu bilinmeyen, yahut yeni nesillerce çok az bilinen yönü üzerinde durmaya çalışalım.
Zamana bırakılan meseleler
Lozan'a giden heyetin başında İsmet Bey vardı. Heyetin aslî diğer üyeleri ise, Dr. Rıza Nur ve Hasan (Saka) Beydi.
Bunların dışında, heyette ayrıca 30'dan fazla müşavir, uzman, danışman, kâtip, idareci statüsünde adam vardı. (İsmet Paşa, Konferansın ikinci safhasında bu heyeti büyük çapta değiştirdi. Kendisine en yakın danışman olarak da, Yahudi Hahambaşısı Haim Naum'u seçti.)
Konferansa delege seviyesinde katılan ülkeler şunlar: İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, Rusya ve Yugoslavya.
Lozan Konferansının en mühim maksadı, Birinci Dünya Harbi ve hemen ardından başlayan İstiklâl Harbi sonrasında kurulan yeni Türkiye Devletinin dünyaca tanınması, toprak bütünlüğü ve millî sınırlarının kabul edilmesiydi.
Bu noktada ciddî bir sıkıntıyla karşılaşmaması, Türkiye'nin hakkıydı. Zira, son savaştan zaferle çıkmıştı. Ne var ki, cephelerde, meydanlarda kazanılmış olan zafer, diplomatik sahada (masa başında) karşılığını lâyıkıyla bulamadı.
İşte, "Misâk–ı Millî" içinde yer aldığı halde, Lozan'da halledilmeyen, zamana bırakılan ve daha sonraları Türkiye'nin başını hayli ağrıtacak olan önemli dâvâlar: Kıbrıs, Ege Adaları, Boğazlar, Hatay ve Kerkük–Musul meseleleri.
Hatay ve Boğazlar dışında kalan meselelerin tamamı, ne yazık ki Türkiye'nin aleyhine bir gelişme kaydetti.
Madalyonun öteki yüzü
Yukarıda bahsettiklerimiz, doğrudan siyasî, maddî ve şeklî meseleleri ithiva ediyor.
Bunlardan çok daha önemli olan ise, Lozan'da gizlice görüşülen ve karara bağlanan dinî/mânevî hususlardır: Bunlar, hilâfetin kaldırılması, dinî hayat ve tedrisatın sona erdirilmesi, mânevî cephenin çökertilmesi, bin yıllık kültür ve medeniyet birikiminin tahrip edilmesi gibi, bu milletin en mühim ve hayatî meselelerini içine alan bir dizi reform ve inkılâpların muhakkak sûrette realize edilmesi talebidir.
Kısa bir müddet sonra Türkiye'de yaşanan gelişmeler ve köklü değişimler, bu taleplerin büyük bir iştahla yerine getirildiğini gösteriyor.
Lozan görüşmeleri esnasında madalyonun bu yüzünde aktif rol alan en etkili şahıs ise, İstanbul Yahudi Hahambaşısı olan Haim Naum'dur.
Türkiye'deki icraatler noktasında maksadına fazlasıyla ulaştığına kanaat getiren Naum, 1925'te Kahire'ye gitti ve orada da bu kez Mısır Hahambaşı oldu. (Bu tarihten sonra Filistin'e el atan Naum, burada bir Yahudi devletinin kurulması için vargücüyle çalışmaya koyuldu.)
* * *
Haim Naum'un Lozan görüşmeleri esnasında ortaya çıkması ve kaşla göz arasında reis İsmet Paşanın en gözde danışmanı/müşaviri oluvermesi, ikinci delegasyon makamındaki Dr. Rıza Nur'un dikkatini çeker.
Kaleme aldığı hatıralarında, bu "emrivâki"den şöyle bahseder:
"Bir müddettir İstanbul eski Hahambaşı Haim Naum, Lozan'da kaldığımız otelde görülmeğe başladı. Baktım bir gün İsmet'le görüşüyor. Ne yapmış, kimi vasıta yapmış bilmem. İsmet'e yanaşmış. Yaman Yahudi!.. Artık İsmet'ten ayrılmıyor. Yemek zamanını biliyor ya, asansörün yanında bizi bekliyor. Derhal İsmet'in koltuğuna giriyor, belinden yakalıyor; o da onun... İsmet'i lüzumu yokken holde dolaştırıyor. Sonra yemek salonunda, İsmet'le şakalaşıyor, gülüyor... Anlaşılıyor ki, herkese: 'İsmet benim samimi, teklifsiz arkadaşımdır' diye göstermek istiyor ve gösteriyor. Nihayet bütün Yahudi sırnaşıklığı ile yanaştı. İsmet'in yakasını bırakmıyor... Şimdi odasından da çıkmıyor. İsmet bunu müşavir tâyin etti. Yevmiye vermeye de başlamış. Bana da söylemiyor. Heyet–i murahhasa çiftliktir, kullanıyor. Ne diye kandırdı bilmem. Bu sadedil İsmet, Yahudinin dolabına girdi. Derken Hahambaşını soframıza da aldı. Bu vakte kadar sesimi çıkarmamıştım.
"İsmet'e dedim ki: 'Bu Yahudi de başımıza nereden çıktı? Senin böyle bir Yahudi ile laubali görüşmen haysiyetini ve Türk milletinin, heyetinin haysiyetini kırar. Bu kadar yüz verme!' İsmet, bana kızdı... Derken, herif azdıkça azdı. Heyetten şuna buna herkesin içinde kumanda ediyor. Benim önüme de geçip yürüyor. İhtimal İsmet benim sözlerimi ona söyledi... İsmet'e tekrar dedim: 'Bu bir Yahudidir. Adi adamdır. Bunun kim bilir ne fenâ işleri vardır? Bundan bir hayır bekleme!..'
"Hahambaşı İsmet'e bütün İngiliz ve Fransız ricâlini tanıdığını, hepsi ahbabı olduğunu, işleri istediği gibi yaptıracağını söylüyormuş. Tabiî İngiliz, Fransız ve İtalyan delegelerine de İsmet'in avucunda olduğunu söylüyordu... Lozan muhitinde dolaşıyor, herkese: 'İsmet teklifsiz ahbabımdır, sözümden dışarı çıkmaz' diyormuş.." (Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, c. 3, sh.1049–1050)
* * *
Rıza Nur'un anlattıklarını teyit edenlerden biri de Rauf Orbay'dır.
Türkiye'de en üst seviyede askerî ve siyasî görevlerde (Bakanlık, Başbakanlık, Meclis İkinci Başkanlığı...) bulunmuş olan Orbay, aynı hususla ilgili olarak şunları kaydediyor: "İsmet Paşa, anlaşıldığına göre, Lozan'da İngilizlerle bir çeşit gizli arabuluculuk rolü oynayan İstanbul Yahudi Hahambaşı Haim Naum Efendinin telkinleriyle, Hilâfetin artık ne şekilde olursa olsun Türkiye'de devamına müsaade edilmeyip, derhal kaldırılması fikrini tamamıyla benimsemiş bulunuyordu." (Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf Orbay, s, 96–97)
* * *
Bir sonraki yazıda, Haim Naum'un (Hayim Nahum) gerek Lozan'da ve gerekse Konferansın kesintiye uğramasının ardından çeşitli ülkelerin başkentlerinde yürüttüğü lobi faaliyetleri ile Ankara'da yaptığı temaslara ve bütün bu olup bitenler karşısında Bediüzzaman Said Nursî'nin sergilemiş olduğu ilmî/fikrî duruşun ne anlama geldiği üzerinde durmaya çalışalım.
25.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|