Birinin zaten çoğunlukla eski yazılarının aynısının tıpkısını günü gelince arşivinden çıkarıp yayınlatan yazar olduğu söylenir. Sözgelimi Menemen-Kubilay kutlamalarının her yıldönümünde geçmiş yıllarda yazıp sakladığı yazıyı, sadece kaçıncı yıldönümü olduğuna dair değişiklik yaparak bildik klişeleşmiş “Gerici edebiyatı”ıyla geçinip giden biri diye tanınır. Ötekinin sövüp sayarak, hakaret ederek, fıkramsı yazılar yazarak bir takım medenice tartışacak fikirden yoksunların gönlünü ferahlatan biri olduğu medya okur-yazarlarımızın ortak görüşüyle ifade edilir.
Mezkûr yazarlar bir kaç gündür muktesebatlarının çok fevkinde bir ilgi odağı haline geldiler. Sebebi mağdurları oynamalarına malzeme oluşturmaları. Sayın Gül ve Erdoğan’a hakaret dolu yazılar yazarak onların sabırlarını taşırmaya muvaffak oldular. Onlar da bu öfke ile mukabil cevaplar vererek adeta bitmiş tükenmiş değirmen çarkına su taşımaya vesile oldular. Bildik taktik. Rakibini öfkelendireceksin. Öfkelenen rakip haliyle hata yapacak. Hata yapınca da sana malzeme çıkacak, sana gün doğacak. Ondan sonra buyurun burdan yakın.
Medenî toplumlarda karşı tarafın fikirlerine katılmasanız da katlanırsınız. “Fikirlerinize katılmıyorum, ama katlanıyorum” dersiniz. Bizimkilerin yaptığına gelince, “Benim gibi nasıl düşünmezsin lan, ulan!” diye ilk tepkiyi verdikten sonra başlarız hakarete. Buna da yazarlık, fikir adamlığı, kalem efendiliği deriz. Ne güzel!
Başbakan hakaretlerin verdiği hızla ve ilhamla “Başka bir yere git” deyince, sazan gibi daldılar artık. Başbakanın sözleri maksadını aşan bir konumda. Hatalıdır, dememesi lâzım. Doğru. Ama Nasrettin Hocanın bir fıkrasında geçtiği gibi, “Hırsızın hiç mi suçu yok?” Gidecek yeri yokmuş da, Fransa’dan dâvet gelmişmiş, gitmemiş de. Bunların maskesi düşmüş de. Hani Erdoğan herkesi kucaklayacağını söylemişmiş de. Şimdi neden böyle yapıyorlarmış da. Bir sürü duygusallık ve istismar kokan, kendi kusurunu gizleyen taktikler. İş artık şirazesinden değil zıvanasından çıktı. Kaç gündür bekliyordum bu basit tartışmanın kapanmasını, ama hâlâ Leyla-Mecnun hikâyesi gibi sürdürülünce gel de yazma.
Bir başka muhterem yazar da kızdırmaya muvaffak oldukları AKP’li bir milletvekilinin “Sana ne lan benim hanımımın başörtüsünden?” diye patlaması üzerine, “Sana ne lan benim haberimden?” karşılığını vererek suyun üstüne çıktığını zannetti. Oysa ki, mantık aynı mantık, misilleme aynı misilleme değildi. Üstelik sorumsuzluğa kapı açacak bir misillemeydi diyebiliriz. Aklı başında saygın bir yazarın kıracağı pota benzemiyor bu cevap. Bu mantıkla bakınız nerelere gidilir
“Beyefendi sarhoşsunuz. Bu şekilde trafiğe çıkmayın.”
“ Sana ne lan benim sarhoşluğumdan?”
“Oğlum, sınavda kopya çekme. Atarım seni sınıftan!”
“Sana ne lan benim kopya çekmemden.”
“Beyefendi dün midenizden ameliyat ettim sizi. Bu gün kayınvalidenizin getirdiği zeytinyağlı dolmayı nasıl yersiniz?”
“Sana ne lan benim dolma yememden?”
Devamını siz getirin.
Ya sev, ya terk et yok. Ne sev, ne terk et. Otur efendice yazını yaz, başka ihsan istemez.
24.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|