AKP’nin, seçim öncesi gösterişli törenlerle vitrinine kattığı solcu akademisyen Zafer Üskül’ü, seçimden hemen sonra yaptığı “Atatürk ilke ve inkılâpları anayasadan çıkarılsın” çıkışında yalnız bırakması “Tipik bir ilkesizlik ve omurgasızlık örneği daha” şeklinde yorumlanıyor.
Düşünce ve ifade özgürlüğüne öncelikle ve herkesten fazla sahip çıkması gereken bir partinin, evvelce Atilla Yayla olayında sergilediği tavrı burada da tekrarladığına dikkat çekiliyor.
Peki, bu tavrın arkaplanında neler var?
Bir iddiaya göre, AKP içerisinde Üskül’e “Nusayrî, Mersin’de rektör yardımcısı iken başörtülülere çok zulmetti, imam hatiplere de karşı çıkıyor” gibi gerekçelerle soğuk bakanlar mevcut.
Ancak bu gerekçelerin konuyla ilgisi yok.
Asıl sebep, anayasa ve ona bağlı olarak hazırlanan siyasî partiler kanunu ile, partilere de Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı olma zorunluluğunun getirilmesi. Partilerin, hapsedildikleri bu yasal çerçeveyi eleştirmeye kalkmaları ise, başlarına dert açabilir. Hele AKP gibi, seçim öncesinde bile hakkında kapatma dâvâsı açılacağı spekülasyonları uçurulan ve ihtiyaç duyuldukça, aleyhindeki dosyaların her geçen gün daha da kabardığı iddiaları ortaya atılan bir partinin bu meselede cesur olabilmesi çok zor.
İşin bir boyutu bu. Diğer boyutunda ise AKP’nin Atatürk ve Atatürkçülüğe sahip çıkan tavrı var.
Erdoğan başta olmak üzere parti yöneticilerinin Atatürk’ü dillerinden düşürmeyen, başörtüsünde bile onu referans gösteren ve Atatürk ilkelerini bir mutabakat zemini haline getirmeye çalıştıklarını açıkça deklare eden tavırları meydanda.
Yani, bu konuda partinin çizgisini mevcut yasal cenderenin getirdiği korkularla, partililerin Atatürk’ü içtenlikle sahiplenme yönelişi tayin ediyor. Bu sebeple, AKP’den Atatürk ve Atatürkçülük konusunda objektif, tutarlı, gerçekçi ve eleştirel bir yaklaşım beklemek mümkün değil.
Aynı durum, bilhassa yasal çerçeveye bakan yönüyle diğer partiler için de geçerli. Onun için, Atatürk ve Atatürkçülüğün tabu olarak devamının demokrasi açısından oluşturduğu derin çelişkiyi ortadan kaldırmak için şu anda partiler tarafından yapılabilecek hiçbir şey yok.
Çünkü bu meseleyi tartışmaya açmak dahi, partiler açısından büyük bir risk.oluşturuyor.
Dolayısıyla, demokrasinin bu çelişkiden kurtarılması için gereken altyapı, ancak sivil toplum zeminlerinde yapılacak dengeli, yapıcı, ama cesur eleştiri ve tartışmalarla hazırlanabilir.
Bu noktada akademisyenlerin katkısı da çok önemli. Ama ne yazık ki, Türkiye’de üniversitenin de 28 Şubat’ta aynı cenderenin içine alınması bu katkının sağlanmasını imkânsızlaştırdı.
Bu itibarla iş tamamen sivil inisiyatife kalmış durumda. Ama orada da hiçbir mecburiyet olmadığı halde zihinlerin çoğunun, resmî ideolojinin işine yarayacak tarzda yönlendirilmesi ve bunda özellikle Atatürk’ü dindar gösterme tevillerinin etkili olması, çok ciddî bir handikap.
Ertuğrul Özkök’ün, Üskül’e karşı çıkarken, dindar kitlelere seslenen bir gazeteyi ziyaretinde gördüğü büyük boy Atatürk tablolarını referans göstermesi, tipik bir örnek (Hürriyet, 3.8.07).
Statükonun ömrünü, bu örneklerde ifadesini bulan tavır uzatıyor. AKP’nin büyük katkılarıyla.
24.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|