Feragat mesleği
Meşrû olan bir çok haklarımızdan feragat etmedikçe, hakkımız sayılan bir çok hakkımızdan vazgeçmedikçe, hakkıyla hizmet-i Kur'âniyede bulunmak zorlaşmış bu zamanda.
Tamamen meşrû olan zevklerimizi, lezzetlerimizi, keyflerimizi terk etmedikçe ve bu terklerden de manevî bir zevk alarak, aşkla, şevkle hizmetlerimize sarılmadıkça etkili ve kalıcı bir hizmetten bahsetmek zor.
Zarurî haklarımız olan rahatımızdan, tatilimizden, istirahatimizden feragat edip, zahmetleri, meşakkatleri, zorlukları, yorgunlukları peşinen kabullenmedikçe verimli, semeredar, nitelikli bir hizmete sahip olmak mümkün değil.
Zevk-ü safa ile beraber hizmette bulunmak. Dünyevî lezzetlerle iç içe olmakla beraber hizmet-i Nuriyede bulunmak. Tatil beldelerinde, yan gelip yatmakla, serin suların başında damak zevklerimizi tatminle birlikte Nur hizmetlerinde bulunabilmek... Yaz-kış lüks ve debdebeli bir yaşantıyla beraber Risâle-i Nur'a talebe olabilmek... Ne dersiniz?... Böyle bir hayat tarzıyla hakkıyla nurlara talebe olup, arzulanan bir hizmet tarzını orta yere koymak mümkün mü dersiniz?
Geçmişten günümüze böyle bir yaşantı biçimiyle din-i mübine hizmet edenler olmuş mu? Bütün peygamberlerin hayatlarına bir daha bakalım. Sahabe-i Kiramın, diğer İslâm kahramanlarının hayat hikâyelerine bir daha bakalım. Bediüzzaman'ın sergüzeşt-i hayatını bir daha gözden geçirelim.
Hemen hiçbirinin hayatında dünyanın zerre kadar zevk-ü sefası yoktur. Keyifleri lezzetleri yoktur... Lüks sayılabilecek, fazladan sayılabilecek hiçbir şey yoktur.
Onların hayatında hep zahmetler, hep meşakkatler, hep zorluklar vardır. Yaşantılarında yokluklar vardır, yorgunluklar vardır, hastalıklar vardır, musibet ve felâketler vardır... Hayatı boyunca buğday ekmeğini yemiyen; arpa ekmeğine sirkeyi, tuzu katık yapmakla iktifa eden iki cihan Serverini hiç akla getiriyor muyuz? Amcasının bir tas çorbasını içmeye, yorganını, çamaşırını, traş bıçağını satarak evinin kirasını veren, arta kalan para ile de kendisinin bastırdığı kitaplarını satın alan Bediüzzaman'ın bu halinden ne kadar ders çıkarabiliyoruz?
Öyle görünüyor ki dine hizmet etmenin yolu meşrû olan bir çok haklarımızdan, zevklerimizden, istirahatimizden feragat etmekten geçiyor. Zorlukları, yoklukları, zahmetleri, musibetleri göze almaktan geçiyor.
Bu meyanda Bediüzzaman’ın "şefkat tokatları" diye adlandırdığı Onuncu Lem'ada konumuzla alâkalı olarak Hulusi Ağabeyin şefkat tokadına sebep olan olay oldukça ibret verici ve enteresandır bizim için.
Nur hizmetleriyle tanıştığında genç bir subay olan Hulusi Ağabey sıla-i rahimde bulunmak için annesini, babasını, yakın çevresini ziyaret etmek için memleketine gidiyor. O zamanın şartlarında çoğu insanın gıpta ile baktığı rütbeli subay olarak memleketine gitmesini ve Hulusi Ağabeyin bu durumdaki memnuniyetini ve mesruriyetini Bediüzzaman bir nur talebesi için tehlikeli bir durum ve sebeb-i itab olarak görüyor. İşte bunun bir sonucu olarak bazı münafıklar Hulusi Ağabeyi tazib ediyorlar, musallat olup bir hayli huzursuz ediyorlar.
Bediüzzaman Hulusi Ağabeyin başına gelen ve bize göre gayet meşrû sayılan bir olayı nazarlarımıza verdikten sonra, bunun bir nur talebesi için bir şefkat tokadı olduğunu beyan ettikten sonra şu önemli tesbiti Nur talebelerinin nazarlarına sunuyor: "Bu hizmet-i Kur'âniyede bulunan ya o dünyaya küsmeli, veya dünya ona küsmeli" diyerek Nurun hadimlerine ibretli bir ders vermiş oluyoruz.
Demek oluyor ki, bu kudsî hizmet hadimlerine dünya küsmeli veya onlar kendi rızalarıyla dünyaya küsmeliler. Dünyanın insana küsmesi veya insanın dünyaya küsmesi nasıl bir halet-i ruhiyedir? Herhalde onu yaşayanlar bilir.
Bildiğimiz bir gerçektir ki dünya nimetlerine arka çevirmek, onlara talip olmamak, onları istememek her insanın becerebileceği, her insanın erişebileceği bir makam, bir kemalat değil.
Olsa olsa bu olgunluğa, bu mertebeye Nur hizmetindeki manevî zevkin tadına erişen Nurun hakiki talebeleri erişir. Bediüzzaman'ın sadık, halis, muhlis talebeleri erişir.
Ama Nurlara talebe olanların başkaca bir çareleri de yoktur. Yüklendikleri manevî hizmeti yerine getirmek için elden geldiği kadar, dünya nimetlerine arkalarını çevirip, öylece hizmetlerine devam etmeleri lâzım.
Bu noktada bir Sahabe-i Kiram gibi, bir Bediüzzaman misalî meşrû olan bazı haklarımızdan elbette feragat etmek zor. Ama onların yolunda olduğumuza göre, onlara benzemenin gayretinde olmakla yüklendiğimiz kudsî hizmetlerimizi yapabiliriz herhalde.
26.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|