Kendisini, “Terhis beklerken askerliği uzayan askere” benzeten Ahmet Necdet Sezer, artık Ankara Gölbaşı’nda bulunan 4 katlı “mütevazi” konutunda…
Böylece;
Türkiye’de 7 yıl 104 günlük bir dönem kapandı.
Yedi yıllık statükocu dönem bitti.
Sorunlar karşısındaki sessizlik dönemi son buldu. (Öylesine ki, bir gelenek haline gelen devir teslim töreni bile sessizce yapıldı.)
* * *
Veto denilince, ilk onun adı akla geldi. (Üç yıl birlikte çalıştığı DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinin 270 müşterek kararnamesini, yaklaşık 4.5 yıldan fazla birlikte çalıştığı AKP hükümetinin ise 499 müşterek kararnamesini iade etti.)
Türkiye’nin etrafında ateş çemberi varken, elini kolunu kaldırmadı.
Herkesin cumhurbaşkanı olmadı, bütün halkı kucaklamadı, sadece bir kesime yakın durdu. Çankaya’yı halka kapattı.
Başbakanlığa bile 7 yıl boyunca gitmedi.
Yabancı bir başbakanın önünde bakan fırçaladı.
Yurtdışına sadece 47 kez gitti. (2 bin 659 gün görev yaptığı dikkate alınırsa ziyaretlerin ne kadar az olduğu görülür.)
Anayasa kitapçıkları fırlatıp, krizlere yol açtı.
Bürokrat atamalarında eşi başörtülü olanları apartman kapıcılarına araştırttı.
Eşi başörtülü olan milletvekillerine “eşsiz dâvetiye” gönderdi.
Çankaya’da kamusal alanlar icat etti.
Sadece bir oy alanları rektör atadı.
Görev yaptığı sürece tek ziyaret ettiği televizyon kanalı Kanaltürk oldu. (Bu ziyaret çizgisini ortaya koyması açısından önemliydi.)
Son yıllardaki konuşmalarında hep laiklik vurgusu yaptı. Demokrasiyi unuttu.
Çankaya’da bulunan evinin kiracı kriterlerini “başörtülü olmaması” olarak belirledi.
Refah yerine “gönenç”, irade yerine “istenç”, hedef yerine “erek”, oy birliği yerine “oydaşma”yı literatürümüze kazandırdı!
Kendisini ziyaret edenlere “Bundan sonra sadece emeklilik hayatı yaşayacağım. Siyasete zaten hiç ilgi duymadım, hiç ısınamadım. Bir emekli olarak evimde kitap okuyacağım” derken, kendisinin CHP’ye davet edilmesi ve ulusalcıların başına geçmelerinin istenmesi de düşünce yapısını ortaya koydu.
* * *
Anayasa Mahkemesi Başkanı iken yaptığı özgürlükçü konuşması sebebiyle cumhurbaşkanlığı yolu açılan Sezer, cumhurbaşkanlığı sürecince özgürlükleri savunmaktan uzak durdu.
Burada bir parantez açmak istiyorum. Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk’un o meşhur “özgürlükçü konuşma”yla ilgili yaptığı şu değerlendirme hep kafama takılmıştır: Selçuk, 2 Mayıs 2006 yılında Yeni Şafak’tan Fadime Özkan’a verdiği beyanatta, Sezer’in konuşma metinlerini başkasının yazdığını belirterek, “Önemli olan konuşmak değil, demokrasiyi özümsemek. Bir başkası yazınca bu kadar oluyor. Sayın Sezer’in konuşmasında birçok yer bana yabancı gelmedi. Başkası yazmış” demişti. Selçuk, bu konuşmayı kimin yazdığını da söyleyemeyeceğini aynı mülakatta söylemişti.
Demek ki, Sezer o konuşmada takiyye yapmış. Çünkü görevi sırasında anlaşıldı.
* * *
Son olarak birçok kişinin hislerine tercüman olan yazar Emre Aköz’ün şu cümlesi ile yazıyı bitirelim: “Ne yalan söyleyeyim Sezer de ‘benim’ cumhurbaşkanım olmadı. Bir yerde görsem, konuşsam; saygıda, nezakette kusur etmezdim elbette. Ama o saygı ‘kişiye’ değil, ’makama’ gösterilen saygı olurdu. ‘Sevgi’ derseniz. O hiç yok. Hiç de olmadı. Halkına karşı sevgi, ilgi, anlayış göstermediğini düşündüğüm bir insanı nasıl seveyim?..” (21.08.2007- Sabah)
Başka söze gerek var mı? Çünkü Sezer birçok kişinin cumhurbaşkanı olamadı ya da olmadı…
Sezer, 7 yıldan fazla süren görev süresinde arkasında hoş bir sadâ bıraktı mı?
Ne dersiniz?
01.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|