22 Temmuz seçimleri neticesinde ortaya çıkan tabloya göre AKP, cumhurbaşkanını, hükümeti ve Meclis Başkanını “aynı takımdan”, kendi kumaşından bir elbiseden çıkardı.
Daha önceleri DP iki dönem bu üçlüyü kendi içinden seçebilmişti. ANAP ve DYP, bir süreliğine bu üçlüyü kendi iktidarlarında koruyabilmişlerdi.
Defolu demokrasinin nüksettiği bu dönemlerde, siyasetten gelen üç cumhurbaşkanından Celal Bayar darbeyle, Özal vefatla, Demirel ise 28 Şubat’la bu birlikteliği yürütemedi.
Yani cumhurbaşkanı, meclis başkanı ve başbakanı beraber çıkaran, tam takım siyasî sayı yeterliliği ile yürüme şansı, 1960’tan bu yana ilk defa yakalanıyor.
Değişen toplum, değişen dinamikler ve değişen siyasî aktörlerin ardı ardına, bu denli kristalize bir sonucu ve takım elbise görüntüsü vermesi iki yönlü bir tartışmayı beraberinde getiriyor.
Birinci, uzlaşmayı tanımsız taleplerinin bir payandası yapan CHP ve havalisinin tepki psikolojisi. Bunlara göre, halkın dediği yetmezmiş, ayrıca çoğunluğu geniş mutabakatla perçinlemek gerekiyormuş. Sonra laiklik, irtica tehdidi altına giriyor. Eşlerin başörtüsü bir endişe kaynağı.
İkinci çoğunluk ise, demokrasinin kendi kuralları içinde sonuçlara razı olunması gerektiğini seslendiriyor. Bunun istisnaları olmamalı. Milletin iradesi ve onun temsili olan meclisin ortaya koyduğu tercihe saygılı olunması gerektiğini belirtiyorlar.
Görüldüğü gibi karışık bir durum yok. Hepimizin bildiği kronik ayrışma bu. İki görüşün bünyeleri, kendi vücut sistemine göre her şeyi algılıyorlar ve salgılıyorlar.
Bizim net tavrımız, şüphesiz ikincisi. Bunda ihtilafımız yok. 1946’tan beri meşrû zemine ve milletin tercihinden yana beyana bağlıyız.
“Kim, kiminle, neden o?” sorularının bittiği yer, halkın netleşen iradesidir. Arka plan analizler, endişeler, tenkitler, milli iradeyi yaralamamak şartıyla geçerli. Meşruiyeti meşrû zeminde ve süreçte aramak kaydıyla muhalefet hakkı demokrasinin teminatındadır.
Demokrasi; çoğunluğun iktidarı ise, diğerlerinin hukukunu birinci derecede korumak da yine iktidarın öncelikli sorumluluğudur. Çoğunluğun dediği olacak, azınlığın hakları korunacak. Bütün denklem bu.
Böyle bir kültürü ve demokrasinin bağışıklık sistemini “ihtilâl sıtması”na karşı korursak, mesele biter. Temel hakların iktidar ve muhalefet olmaya göre değişmediği, hukukun egemenliği altında herkesin vatandaş olma hazzını tattığı bir olgunluğun yakalanması gerekiyor.
Eğer demokrasimiz, her meyve döneminden önce budanmasaydı, bir tufana yakalanmasaydı, bugün daha olgun meyvelerini verecekti.
Ne diyelim? Olan oldu. Bundan böyle, borçlandığımız belirsizlikleri çözmenin zamanı. Maziyi aşmanın zamanı. Yaraları sarmanın vakti. Birlikte düşünmenin, milli meselelerde çok sesliliği önemsemenin dönemi olmalı.
Sevinçle hüzün, iktidarla muhalefet, kabulle ret, kazanıp kaybetmek, demokratik süreçlerin ve ahlâklı rekabetin içinde kalınırsa iki temel doğrudur. Sonuçlar, bir kısa heyecan dalgası oluştursa da, süreçler kurallar içinde herkesi kendi rolünün icaplarına bağlamalı.
Böylesine yekpare ve ikinci dönem ipi göğüsleyen bir iktidar istikrar için ne kadar elzemse, benzer şekilde farklı açılardan eksikleri ve çözümleri ortaya koyan, rekabetin kalitesini arttıran muhalefet de o kadar gereklidir.
Bediüzzaman’ın tabiriyle “Muhalefet muvazene-i adalettir.” Muvazene-i atalet olmamalı. Diri olmalı. Çare üretmeli. Alternatif olmalı. Sivil ve demokrat kalarak, yarışın niteliğini bozmadan kendi tabanını güçlendirmelidir.
Bu durum, sivil siyasetin kendi içinde türbülansa dönüşmeden, farklılaşmayı ve iktidarı aktifleştirerek daha fazla çalıştırıp, enerji kaynaklarının verimliliğini sağlayacaktır.
Yeni dönem, yeni bir siyasî ahlâk ve kültürü gerektirmektedir. Kaybeden, görevi sakin ve kabullenerek devretmeli. Kazanan da, omuzuna binen yükün ciddiyetinde hizmet etmeli. Sürtüşmenin, polemiğin ve öküz altında buzağı aramanın dönemi bitmeli.
Bütün bunların denge ve kuvvetler ayrılığı içinde adaletli bir kamu yönetimi ile güçlenmesi, bireylerin yeni demokrasi eğitimini zorunlu kılmaktadır. Bireylerin hak ve yetki sınırlarını bilmeleri ve pozitif düşünmeleri, toplumun ve siyasetin kimyasını değiştirecektir.
Sadece iktidar kavgaları değil, öncelikle iç iktidarımızın iradeli tutumlarına ihtiyaç vardır. Sonrası yeni dönem olur. Yoksa boğuşma, suyu bulandıranların siyaset dışı iştahlarını kabartır. Bu da mesuliyeti muciptir.
30.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|