Akl-ı selîm sahibi insanların yüreklerini kanatan çok hadiseler zamanımızda meydana gelmektedir. Bunların tümünü bir makalenin sınırları içinde dile getirmek mümkün değildir. Ancak bunların başında dinî hayatımıza vurulan prangaların geldiğini söylemekle düşüncelerimi ifade etmeye başlamak istiyorum.
Halkının büyük ekseriyetinin Müslüman olduğu bir ülkede, İslâmî hayata getirilen yasaklamalardan bahsetmek bile yürek yaralayıcı bir durumdur. Ancak ne yazık ki, bugün bizde İslâmî kimlikle tanınan bir kısım insanlar icrâ makamında olmalarına rağmen halkın inanç yönündeki sıkıntıları giderilememiştir.
Bu durumun bir çok sebebi zikredilebilir. Ancak gelişmeler gösteriyor ki, bu durumun en büyük müsebbibi, dinin siyasete âlet edilmesi ve inançlı insanların iktidara gelmesi için verilen tavizlerin artmasıdır. Zahire bakan dindar insanlarımız, “Siyasal İslâmcılık” akımı mensuplarını çoğu zaman iktidar mevkiine getirmekte ve sıkıntılarının bu sûretle sona ereceği ümidini taşımaktadırlar.
Oysa durumun hiç de görüldüğü gibi olmadığını er geç göreceklerdir. Zira dünyevî makam ve mevkilerini ellerinden kaçırmak istemeyen ehl-i dünya, dindar bilinen insanların iktidara gelmesini hoş karşılamamakta ve iktidara gelseler bile muktedir olmamaları için ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Dini siyasî arenada malzeme olarak kullanan çevreler ile, siyaseti dinsizliğe âlet etmek isteyenlerin tepişmesinden ne yazık ki en çok mütedeyyin insanlarımız zarar görmektedir. Bu çekişmelerin neticesindedir ki, bir çok insanımız kendi öz yurdunda inancını yaşama sıkıntısını çekmektedir.
Bugün dinî eğitim veren İmam Hatip Liselerinden mezun olan gençlerimizin haklarının çiğnenmesinin, dinî vecibeyi yerine getirmek niyetiyle tesettüre giren hanımlarımıza ikinci sınıf insan muamelesi yapılmasının ve Kur’ân kurslarına sınırlamalar getirilmesinin temelinde, dinde hassas, muhakeme-i akliyede noksan bir kısım insanların makam ve mevkiyle her şeyin halledilebileceğine inanmaları bulunmaktadır.
Halbuki, bilhassa son yıllardaki ve günümüzdeki manzaraya baktığımız zaman, din adına yüksek makamlara talip olanların kayda değer bir fayda vermedikleri görülmektedir. Dindar diye bilinen insanların iktidar mevkiinde olmalarının getirdiği sıkıntıları bugün bir millet olarak yaşamaktayız. Din, hiçbir zaman maddî makam ve mevkilerle kâim olmamıştır. Çünkü din her şeyden önce gönüllere hitap etmektedir. Bu hitap için mânevî olgunluklar maddî şartlardan çok önce gelmektedir.
Siyasî makam ve mevkilerin dinî hizmetlerle irtibatlandırılması neredeyse mümkün değildir. Tarihte de görüldüğü gibi devletin gölgesine sığınan inanç sistemleri başarılı olamamış, siyasetten uzak bir şekilde, halk nezdinde taban bulan inanç sistemleri daha çok kalıcı olmuşlardır. Çünkü siyaset ile ihlâsın bir arada yürümesi neredeyse mümkün değildir. Dünya makam ve mevkileri siyasette başarılı olmayı gerektirirken, inançta başarılı olmanın yolu ihlâs ve samimiyetten, fedakârlıktan, dünyaya ehemmiyet vermemekten geçmektedir.
Ne yazık ki, siyaset ile din arasındaki uyuşmazlığı henüz tam anlamış değiliz. Bu sebeple de insanlarımız, bir kısım zevatı din adına bazı makam ve mevkilere getirmektedir. Ancak bu durumla ulaşmayı arzu ettikleri huzur dünyasına kavuşma imkânını bulamamaktadırlar. Aslında dindarlık kisvesini kullanarak ve halkın sırtından makam ve mevkileri elde ederek dünyaya dalan insanlar, toplumun manevî dinamiklerinin bağımsız bir şekilde gelişmesine engel olmaktadırlar. Bugün bu durumu kendimiz yaşamaktayız ve bizler halen kusuru daha çok din karşıtı insanlarda arıyoruz.
Dinin kudsî kural ve kaidelerinin yaşanmasında olumlu katkı sağlaması mümkün olmayan günümüz siyasetinin gerçek mahiyetini görmediğimiz sürece, yüreklerimizi kanatan hadiselerin sona ermesi mümkün olmayacaktır. Dinin günlük siyasetten bağımsız olması gerektiği hakikatini görmezsek, daha çok kişiyi dindar olduğu için makam ve mevkilere getirecek ve kendimize zarar vereceğimiz gibi, onların manevî hayatlarının da sönmesine sebep olacağız.
28.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|