Türkiye, AB müzakere süreci ile birlikte yeni bir kültürle tanıştı. Tarihî mirasını koruyamadığımız diyalog ve hoşgörü ortamını geri getiren bir döneme girdi.
Toplumsal mutabakatların her katmanında ciddi tartışmalar ve çatışmalar yaşanıyor. Devletin cüssesine, merhum Cemil Meriç’in tabiriyle giydirilmiş “Deli gömleği izmler” yüzünden, tahakküm altında alınan kararlar ve icraatlar uzun süre başı çekti.
Darbeler bunu bir gelenek haline getirdi. Ara dönemler demokrasi uygulamalarını tahrip ettikçe, rayından çıkan kamu hukuku bir azınlığın/elitin eline düştü.
Böyle olunca, 60 yıllık AB süreci uzayıp gitti. Planlı kalkınma her defasında tepe taklak oldu. “Eğitim, din, Türk, cumhuriyet” kavramları etrafında tartışmalar hızlandı.
Çağdaşlık kavramı, amacı dışında halkın değerleri ile çatışan bir hayat tarzının adı oldu. Bunun görünen gerekçe ve kılıfları laiklik üzerinden yürütüldü.
Demokrasinin “Türk usulü” standardı her defasında vizyona girdikçe, çağdaşlaşma, kalkınma ve demokrasi laflarının içi boş haline vatandaş da inanmadı. Her defasında sessiz direncini seçimlerde sandığa yansıttı.
Açık müzakereler, tartışma platformları, medyada özgünlük ve diyaloğu aralayan farklılık buluşmaları, sistemin resmî kalıpları ile örtüşmediği için hayata geçirilemedi.
Geldiğimiz noktada, gergin, doğrularına kilitlenmiş, ideolojik kamplaşmaların cenderesinde zihnî bulanıklığın her türlüsüne rastlamak mümkün.
Devletin, darbe sonrası bir tepki anayasası ile çeyrek yüzyıldır idare ediliyor olması, büyük engel. Sorumsuz makamların siyasete müdahale cesareti,”koruma ve kollama” refleksleri ve yazılı olmayan devlet içinde devlet hiyerarşisi, halkı da aydınları da bunalttı.
Fikir özgürlüğünü engelledi, rekabeti köreltti, dayatmacı bir ruh halini yaygınlaştırdı.
Sonunda olan bize/hepimize oldu.
AB kapısında incinen bir ülke. Terörü yenememiş güvenlik sistemi. Sosyal çözümler üretememiş siyasî irade zaafiyeti. Kültürel kodları ile oynanmış bir toplum. Aile değerleri hırpalanmış ve dışlanmış birey incinmişliği....
Yukarıdaki tablonun,olumlu geçişleri de olmuyor değil. Halkın sıkışmaya maruz duygu ve düşünceleri, belli aralıklarla kendini sandıkla yansıtıyor. Özel teşebbüsle harekete geçiriyor. Sivilleşmeye katkı yapıyor. Çok sesliliğe gidecek adımlara öncü oluyor.
Mukaddesatına ve toplumsal hafızasına sahip çıkıyor. Uluslar arası ticarete yöneliyor. Eğitim yatırımını hızlandırıyor. Birey merkezli aile ve çevre faktörlerine ağırlık vermeye başlıyor.
Neden mi? Çünkü diğer olumsuz vakalar ve insanî olmayan ideolojik bağnazlıkla dayatılan carî zihniyet çörümüşlüğünü görüyor, tiksiniyor ve iç kanama geçirdikçe çareler arıyor.
Yeni formüller, çözümler ve diyaloglar istiyor. “Ben ve öteki” yerine beraber düşünmeyi ve ülke birliği şemsiyesi altında ortak hedeflerin peşine düşüyor.
Dere tepe çok yol almış, 200 yıldır fazla yorgun, uzun süren acılarla bu günlere gelmiş, yeniden kendini keşfetmiş bir Türkiye var artık.
Bundan sonra, beraberliğin olmazsa olmazı müzakereyi yaygınlaştırmak, diyalogların kapısını sonuna kadar açmak, birbirini anlamaya çalışmak ve ortaklığın sınır ve sinir tahdidi getiren müştereklerinde buluşmaya aday olmaktan geçiyor.
Buna göre, Türkiye pratiğine dönersek, THY ile Hava iş sendikası, uzun süren anlaşmazlıklar ve grev kararına rağmen, arabulucu hükümetle birlikte oturup konuşup anlaştılar.
Memur sendikaları hükümetle 5. tur görüşmeler yaparken, ücret belirlemekten öte sistem yaklaşımında bile anlaştılar.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri, uzayıp gitti. Tartışmalar, 367 engeli ve halkın da içine girdiği açık platform ve şeffaf tartışmalar herkesi müzakereli disiplinle buluşturdu.
Yeter ki konuşalım, farklı görüşler demokrasi pazarında eşit şartlarla sunulabilsin. Müzakereler, demokrasiyi hazmetmeyi kolaylaştırır.
Şimdi sivil anayasayı doyasıya tartışmanın zamanı.
29.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|