|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri Biz boş yere yaratmadık. Bu kâfirlerin zannıdır. Kâfirler için ise, Cehennem ateşinde pek büyük bir helâk vardır.
Sâd Sûresi: 27
|
30.08.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Biriniz kendi şahsında, malında veya Müslüman kardeşinde çok hoşuna giden bir şey gördüğünde, bereketi için duâ etsin. Çünkü göz değmesi haktır.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 353
|
30.08.2007
|
|
Yağmur duâsındaki şefaatçiler
Refet kardeşimizin mektubu dört cihetle beni memnun etmiş. Zaten eskiden beri Hüsrev, Refet, Rüştü, hayalimde, tasavvurumda birleşmişler. Cenâb-ı Hakka şükür ki, onlardan ümit ettiğim kemal-i sadakat ve sebat devam ediyor.
Hem Hüsrev’in ve Hafız Ali’nin mektuplarında isimleri bulunan sebatkâr kardeşlerime ve Kâtip Osman ve Mehmed Zühtü ve Isparta Hafız Ali’si ve Sava kahramanlarına birer birer selâm ve duâ ediyoruz. Şimdi bu mektubu yazarken, Risale-i Nur santralı Sabri’nin mektubunu Emin getirdi. Açtık, yağmursuzluk bahsine dair Risâle-i Münâcâtın kesretle yazılması bereketiyle yağmurun gelmesi ve rahmet-i İlahiyenin fakir fukaraya imdat edilmesini yazdığını gördük. Benim için ehemmiyetli bir meseleyi halletti.
Burada da yağmura şedit ihtiyaç vardı. Yağmur gelecek hiçbir alâmet hissetmiyorduk. Bu kaht zamanında yağmursuzluk, fakir fukaraya çok ağır gelmişti. Ben, üç defa, namazdan sonra, masum fukaraları ve aç kalan hayvanları, Risâle-i Nur’u şefaatçi yapıp duâ ettik. Birden, aynı gece, memulümüzün fevkinde, duânın tam kabulünü gördük. Ben hayretle, bu cüz’î duâmız, bu küllî meseleye ne derece dahli olduğunu bilemedim. Dedim: “Her halde çok mühim duâlara, duâmız da, binden bir hissesi olmuş.” Şimdi tahakkuk etti ki; Isparta nûranileri, nurlu manevî duaları, bizi de o rahmetten hissedâr eyledi. Hatta o duâma arkamdan âmin diyenlerden Feyzi’ye, bu mânâyı, bu hayretimi de ona şimdi söyledim. Evvelce söyleseydim, onun hüsnüzannını tâdil edemeyecektim. Çünkü o, Üstadına en büyük hisse veriyor.
Kastamonu Lâhikası, s. 185
***
İkinci Suret: Kuraklık zamanında, yirmi-otuz gün içinde yağmur Barla’ya yağmamışken, Yokuşbaşı Çeşmesi yapıldığı bir zamanda menbaına yakın Üstadımız ve biz, yani Süleyman, Mustafa Çavuş, Ahmed Çavuş, Abbas Mehmed filan, beraber cemaatle namaz kıldık. Tesbihattan sonra duâ için elimizi kaldırdık; Üstadımız yağmur duâsı etti, Kur’ân’ı şefaatçi yaptı. Birden o güneş altında herbirimizin ellerine yedi-sekiz damla yağmur düştü.
Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 21
Lügatçe:
Risâle-i Münâcât: Risâle-i Nur Külliyatı’ndan Münacat Risâlesi (3. Şuâ).
kesret: Çokluk.
kaht: Kıtlık, kuraklık.
memul: Umulan, ümit edilen.
fevkinde: Üstünde, üzerinde.
tâdil: Dengeleme, adaletli kılma.
|
30.08.2007
|
|
Asr-ı Saadet, hürriyetler asrıdır
—Dünden devam—
İslâmiyet insanları sosyal hayata ve medeniyete sevk ve teşvik etmiş, böylece başı buyruk hareket etmekten kurtarmış ve şehirleştirerek medenileştirmiştir. Böylece anarşi ve teröre asla müsaade etmemiştir. Bundan dolayı seçilmiş olan idareciye itaat vaciptir. Peygamberimiz (asm) “Bir kimse devlet başkanına itaatsizlikte bulunsa Allah’a hesap vereceği gün, bu suçuna delil ve mazeret bulamaz. Üzerinde biat bulunmadan ölen bir kimse cahiliye ölümü ile ölmüş olur” buyurarak başıboşluğu ve cahiliye döneminde olduğu gibi kendi başına buyruk hareket etmeyi yasaklamıştır. Bunun için Peygamberimiz (asm) “Bir kimse zamanın imamını tanımadan ve ona itaat etmeden ölürse cahiliye ölümü ile ölür” buyurmuşlardır. Bu küfür üzere ölmek anlamında değildir.
İdareciler “dinin haram kıldığı bir şeyi emretmedikçe onlara itaat vaciptir.” Ancak bu isyan etmek ve baş kaldırmak anlamına gelmez. Sadece pasif direniş yapılır. Bediüzzaman buna “Müsbet hareket etmek” adını vermiştir.
Hz. Ali (ra) zamanındaki Haricilerin isyanlarının en önemli sebebi Necid bölgesinde yaşayan bedevilerin medeniyete, şehirliğe alışamamaları ve cahiliye dönemindeki aşırı serbestiyetin verdiği serkeşliktir. Hz. Ali (ra), oları medeniyete kazandırmak için çok mücadele vermek durumunda kalmıştır. Bundan dolayı haricilerin içerisinde Peygamberimizin (asm) meşhur sahabelerinden kimse bulunmamıştır.
6.1 SAHABELER SEÇİMLE
HİLAFETE GELMİŞLERDİR
Yukarıda izah edildiği gibi doğrudan Kur’ân’dan ve Peygamberimizden (asm) derslerini alan sahabeler Kur’ân’ın istediği ve Peygamberimizin (asm) tatbikini yaparak gösterdiği İstişare ve Meşveret usûlünü takip ettiler. Dolayısıyla Peygamberimizin (asm) vefatından sonra Benî Saide’de toplanarak halife adayları arasından Hz. Ebûbekir’i (ra) seçtiler ve büyük bir ittifakla 33.000 sahabe Hz. Ebûbekir’e (ra) biat ettiler. Yani o günün şartlarında oy verdiler. Hz. Ali (ra) da “Peygamberimizin bize emaneti ve Allah’ın kelâmı olan Kur’ân-ı Kerimi bir araya getirmeden evden çıkmayacağım” diyerek evine kapandığı için altı ay sonra biat etmiştir. Böylece Hz. Ebûbekir (ra) seçimle ve cumhurun oyu ile seçilmiş oldu.
Hz. Ömer (ra) Hz. Ebûbekir’in (ra) aday göstermesi ile Hz. Osman (ra) Aşere-i Mübeşşere’den altı kişilik bir heyetin aday göstermesi, Hz. Ali (ra) da sahabelerin kendilerini öne çıkarması ile adaylıklarını koymuşlar ve tüm sahabelerin oyu ve biatı ile seçilmişlerdir.
Bediüzzaman bunun için “Hulefâ-i Raşidîn hem halife, hem reis-i cumhur idiler. Sıdık-ı Ekber (ra) aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakîkat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mâna-i dindar cumhuriyetin reisi idiler” diyerek halifelerin Cumhurbaşkanı ve devlet modellerinin “Cumhurî Demokrasi” olduğunu vurgulamıştır. Çünkü seçim var, bu demokrasidir. Çoğunluğun rızası var, bu da Cumhuriyettir.
6.2 SAHABELERİN HÜRRİYET
VE ADALETE VERDİĞİ ÖNEM
Sahabe-i Kiram zamanında âlemde vahşet ve cebrî istibdât hükümfermâ olduğu halde, hürriyet ve adalet ve müsavatları hürriyetin adab-ı şeriat ve ahlâk-ı hasene ile tahakkuk ve neşv-ü nemâ bulacağının en büyük delilidir.
Sahabeler, Kur’ân’ın irşadı ile anlamışlardı ki, “Şeriat âleme gelmiş ki her nevî zulmü ve baskıyı kaldırsın.” Bunun için gerek köleliği kaldırarak kişi hürriyetine, gerekse din ve vicdan hürriyetine ve gerekse fikir hürriyetine gereken önemi vermişlerdir. Köleleri kölelikten kurtarmanın büyük bir ibadet olduğunu bilen sahabeler köleleri hürriyete kavuşturmada birbirleri ile yarışmışlardır. Din ve vicdan hürriyetine o derece önem vermişlerdir ki, Hz. Ömer’in (ra) ve Hz. Ali’nin (ra) gayr-i müslim köleleri olduğu halde ve o günün şartlarında köle efendisine her yönü ile itaate mecbur olduğu halde Müslüman olmaya asla zorlanmamışlardır. Fikir hürriyetine o derece önem vermişlerdir ki, Hz. Ali (ra) Haricilere “Kan dökmediğiniz, mala, ırza, namusa ve cana dokunmadığınız sürece fikirlerinizde hür ve serbestsiniz” diyerek onlara şahane fikir hürriyeti vermiştir. O asrı bir Hürriyetler Asrı haline getirmişlerdir. Adalet, Hz. Ömer’in (ra) şahsında özdeşleşerek “Ömer-i Âdil” unvanını dost ve düşmana tasdik ettirmiştir.
İşte “Asr-ı Saadet olan sadr-ı evvelîn’in hürriyet, adalet ve müsavatı bahusus o zamanda delil-i kat’îdir ki, Şeriat-ı Garra müsâvâtı ve adaleti ve hakiki hürriyeti cem-i revabıt ve levâzımatıyla câmidir.
“Sahabeler ve onlara benzeyen mücahidinden Selef-i Salihînden başka, siyasetçi ekserce tam müttakî dindar olamaz. Tam ve hakiki dindar olanlar, siyasetçi olmazlar. Yani, maksad-ı aslî siyasetini yapanlarda din, ikinci derecede kalır, tebeî hükmüne geçer. Hakiki dindar ise, bütün kâinâtın en büyük gâyesi ubudiyet-i insaniyedir diye siyasete aşk-ı merak ile değil, ikinci, üçüncü mertebede onu dine ve hakikate âlet etmeye—eğer mümkünse—çalışabilir. Yoksa bâkî elmasları kırılacak âdî şişelere âlet yapar.”
Hakikat-ı Kur’âniye’nin sarsılmaz kuvvetine dayanan, aşk-ı hak ve din-i İslâma hizmet namına “kırk sahabe dünyanın kırk devletine karşı muarazaya” çıkmışlardır.
Hulefa-i Raşidinin ve hilafetin en önemli vazifesi “neşr-i hakaik-i imaniye” ile adalet-i hakikiyeyi sağlayarak insanları mesut etmektir. Risâle-i Nurda da bu hakikat vardır. Bunun için Risâle-i Nur’a beşinci halife nazarı ile bakılabilir.
Devam edecek
|
30.08.2007
|
|
Nur köyde neyi okuduk?
Biz… Hani şu karşı ki tepede “mim”siz medeniyete elvedâ deyip kâinata merhaba diyen gençler… Yaklaşık bir aydır bu köyün; yani Nur köyün tepesindeki yüksek mevkideyiz… Ağaçlarla, kuşlarla, denizle ve cır cır böcekleriyle beraberiz…
Buraya neden geldik?
Rabbimizin bir emriydi buraya gelmemize sebep: “Oku! Yaratan Rabbinin adıyla oku!” emriydi bizi buraya getiren. Acaba neyi okumalıydık ve nasıl okumalıydık? İşte buraya bu sorunun cevabını bulmak için geldik.
Ve başladık okumaya... Açtık Risâleleri… Risâleleri okuyunca bitmez, tükenmez bir kâinat okumasına başlamıştık. Sözleri okuduğumuzda bütün kâinatın hâl diliyle ‘Bismillah’ dediğini, Allah namına hareket ettiğini anladık. Mektubât’ı okuyunca da hayatımızın bir mektup olduğunu fark ettik. Ondan sonraki her okumada bir Lem’â, bir Şuâ yansımıştı kalbimize.
Hayatı baştan sona okumaya başlamıştık. Birimiz deniz kenarında, bir diğerimiz çam ağacının tepesinde, bir başkası yukarıdaki büyük taşın üstünde, Risâlenin penceresinden kâinatı okumaya başlamıştık. Denizleri, dağları, ağaçları ve kuşları hep bu pencereden tefekkür etmiştik, kâinatı bu pencereden okumuştuk.
Şimdi yaklaşık 60 bin sayfa (mübâlağasız) Risâle okumanın şevki ile yüzümüzde mutluluk ve huzur okunuyordu.
Peki, Risâle okuyunca neler oldu?
Öncelikle her şeyi şeffaf ve berrak gösteren imânî gözlüğümüz bir hayli parladı. Saatlerce tefekkür etmenin sevabına ortak olduk—inşaallah—.Bu okumaların şekliyle, bereketiyle bulutların gözyaşları sel olup aktı.
Ve Mücahid, beraber kaldığı ağabeyleriyle unutulmaz hatıralar yaşadı. Nur yüzlü ağabeylerinden ayrılmamaya söz verdi. Çağrımıza cevap veren Çağrı kardeşimiz ise okudukça ayaklarının yerden kesildiğini fark etti. Osman ise “İlk defa denizi dinledim ve tesbih ettiğini hissettim” dedi. Onur ise rüyalarımda bile o nuru görüyorum dedi. Abdulbâki ise bir ayda külliyâtı bitirmenin hazzını tattı. Ömer Faruk ise 60 kardeşiyle hasbihâl etmenin hazzını yaşadı. Seyda, yediği şefkat tokadının hikmetini—okumamak—anladı. Muharrem Usta bize yemek yapmanın sevabını aldı. Ekrem, Hasan ve Aydın Ağabeyler (Allah onlardan razı olsun) kazandığımız sevaplardan bol bol hisse aldı. Osman Bayraktar amca fatihalarla yâd edildi. Abdussamed Ağabey ise deniz kenarında Risâle okumanın ve kaylûle yapmanın lezzetini yaşadı. Okuyunca neler oluyormuş meğer.
Anlattıklarımız denizden bir damla misâli. İsmini sayamadığımız bütün kardeşlerimize teşekkürler…
Biz şimdi yüksek bir tepede Risâle-i Nur ile baş başayız. Buradan tüm kardeşlerimize selâm ediyoruz. Tüm okuyanlara selâm ediyoruz…
[email protected]
|
Cihan CAMBAZ
30.08.2007
|
|
BİR KISSA, BİN HİSSE
Rabia’tül Adeviyye bir gece, evinde geç vakitlere kadar namaz kılarken hasırın üzerinde uyuya kaldı.
Derken evine hırsız girdi.
Hırsız her tarafı aradı, yokladı; çalacak bir şey bulamadı.
Gitmeye karar verdi.
Tam kapıya doğru yönelmişken, Rabia Hazretlerinin dışarıda giydiği örtü gözüne ilişince, kendi kendine:
“Boş çıkmayayım bari” diyerek örtüyü eline alıverdi.
Fakat bu da ne; evden çıkarken çıkış yolunu şaşırdı, kapıyı bulamadı.
Telaşlanan hırsız geri dönüp örtüyü aldığı yere bıraktı. Bu sefer rahatlıkla kapıyı buldu.
Kapıyı bulunca tekrar geri dönüp, örtüyü aldı. Fakat kapıyı yine bulamadı.
Bu hâl yedi defa tekrarlandı.
Yedinci defa tekrar örtüyü eline alınca şöyle bir ses duydu:
“Hey budala! Kendini yorma. O yıllardır kendini Allah’a ısmarladı. Şeytanın ona yaklaşma gücü yokken, hırsızın onun örtüsüne yaklaşması mümkün müdür? Git, yorulma, boşuna uğraşma. O uyuyorsa da dostu uyanıktır ve onu korumaktadır.”
Bu olaydan korkup dışarı fırlayan ve bir daha hırsızlık yapmamaya yemin eden hırsız, tövbe edip hırsızlıktan vazgeçti.
|
Süleyman KÖSMENE
30.08.2007
|
|
|
|