Telefonun öbür ucunda yeğenim Nur.
Arayan o olduğu için asıl konuyu da o açıyor:
“Buradaki hanımlar olarak okuduğumuz Yeni Asya’dan bazı şikâyetlerimiz var.”
“İyi de güzel yeğenim, bunu gazetenin yetkili birimlerine iletseniz daha iyi olmaz mı?”
“Ama sen de ara sıra yazıyorsun. Son üç yazını da siyasî ve içtimaî alana hasrettin.”
“Ha anlaşılan senin benden de şikâyetin var. Yani ‘siyaset’ üzerine yazan her yazarımıza itirazınız var.”
“Eh biraz öyle…”
“Pekalâ milletin reyi bloke ediliyor, fikri çeliniyor, gerçekler deliniyor, zihinler bulandırılıyor, duruşlar sulandırılıyor. Buna seyirci mi kalınsın? Hiç yazılmasın mı? Yazmayalım mı?”
“Yazalım, yazalım da.. Aşırıya kaçmayalım.. Meselâ Ali Ferşadoğlu gibi…”
“Ha demek ki sen onun yazılarını takip ediyorsun ki, yorum yapabiliyorsun.”
“Ne yapayım amca, merak ediyorum işte…”
“Merak ilmin hocasıdır. Gerçekleri, hadiselerin içyüzünü bilmek güzeldir. Hatta herkese nasip olmayan bir şeydir. Ama sulfato gibi acıdır. Yaraya neşter vurmaktır, ameliyat-ı cerrahiyedir. Buna tahammülün varsa oku. Yoksa bırakıver. Hanım hanımcık kalbinle nene gerek siyaset. Bak Yeni Asya’da siyasete temas etmeyen bir çok yazarımız var. Madem ki seviyorsun, ondan vazgeçemiyorsun, “Esma-ül Hüsna” yı oku, Lâhika sayfasını, Nur ağabeylerin hatıralarını oku. Genç kalemleri, hanım yazarları oku…En başta Risâle-i Nurları okuyup ulvî gayp âlemlerine “uruç” eyle, bırak yerdeki “yerel” ve “güncel” meseleleri…”
“Ama beni düşündüren bir şey var. Üstadımız, ‘Meşveret-i şer’iyye ile reylerinizi teşettütten (dağılmaktan) muhafaza ediniz’ demiyor mu? Sanki bu defa muhafaza edemedik gibi…”
“Meşveret kararlarına uymayan kendisi mes’ul olur. Hem burada söz konusu olan siyasî reyler değildir. Her alandaki, her meseledeki reylerimizdir.
“Biz ki; ‘Şeriatın yüzde doksan dokuzunun iman, ahlâk, fazilet, ibadet ve ahiret meseleleri olduğuna, ancak yüzde birinin siyasete taalluk ettiğine’ inananlardanız.
“Bizde akla kapı açılır, ama kimsenin ihtiyarı elinden alınmaz. Hem ‘gizli oy, açık tasnif’ sistemi geçerlidir. Açık tasnifi yapanlar da biz değiliz. Herkesin reyinin rengini izhar etmek gibi bir mecburiyeti de yoktur. Yani biz demokratız, demokrasiyi savunuyoruz. Öyleyse en başta kendi içimizde demokratik davranmalıyız. Hiç kimse merak etmesin. Biz kimseyi hür iradesi ve vicdanî kanaatinden dolayı kınamayız.
“Okuyucularımızdan aykırı duruş sergileyenleri vicdanlarıyla baş başa bırakırız.
“Yazarlarımız “aykırı” yazamazlar, çünkü “fikir disiplini” vardır. Ama okurlarımızın vicdanî kanaatlerine müdahale edecek bir mekanizma mevcut değildir. Buna imkân da yok, gerek de yok.
“Şanlı Üstad’ımızın beyanlarını (mealen) hatırlayalım: ‘Elinizden gelirse beni vicdanen mahkûm ediniz. Ama ben vicdanen müsterihim. Dini siyasete alet etmediğimi yakinen ve vicdanen biliyorum, bütün insaf dünyası da biliyor. Beni vicdanen mahkûm edemedikten sonra, verdiğiniz bütün cezalar benim için mükâfattır.’
“Üstadın bu yaklaşımından hareketle Yeni Asya yazarları da vicdanen müsterihtirler. Onlar vicdanlarıyla baş başa kaldıkları zaman, acı ve ızdırap duymuyorlar. Yazdıklarından dolayı hakarete ve hücuma maruz kalsalar, zaman zaman yargılansalar, hatta imtiyaz sahibi gibi hapse de mahkûm edilseler, ‘sözlerimizin arkasındayız’ diyerek yollarına devam ediyorlar.
“Hem, sevgili yeğenim, artık seçim de geri de kaldı. Sonrasını zamana ve takdir-i İlahiye havale ederek, Nur hizmetlerine devam ediniz. Görelim Mevlâ neyler, neylerse güzel eyler…
Seçimlerden sonra bize düşen…”
“Ha özür dilerim amcacığım, seçimden sonra dediniz de aklıma geldi. Meselâ, gazetemizin seçimden hemen sonra ki manşeti tenkit edildi.”
“Tenkit nefis ve hissiyat namına ise makbul değildir. Hak namına ise, o manşeti hatırlatayım:
‘AKP’ye bir şans daha’”
“Yani biz yayınlarımızla o şanstan yana değildik, DP’nin en azından iktidar ortağı olmasını isterdik, ama seçmen bunu istemedi. Karar da seçmenin, sorumluluk da seçmenin. Öyle ya, bir cumhurbaşkanlığı meselesinde, sayın Başbakan ‘Karar da Gül’ün, sorumluluk da Gül’ün’ diyerek sorumluluktan kaçıyorsa, biz neden koca bir iktidar meselesinde sorumluluğu seçmene yıkmayalım?
“Hem her mesele bizim arzumuz doğrultusunda tecelli edecek diye kaide yok. İmtihan sırrına da aykırıdır. Allah (cc.) ile, haşa, pazarlığa girişmek gibi bir şeydir. ‘Ey Rabbimiz, sen bizi bu meselede muvaffak ve muzaffer edersen, biz çalışırız. Aksi taktirde çalışmayız’ yaklaşımı edepsizliktir, kulluğa da yakışmaz.
“Ama amca, Üstad’ın siyasî fikri hiç mağlup olur mu?”
“Mağlup olan Üstad’ın siyasî fikri değildir. Tarih içerisinde bu fikrin yansımalarına muhatap olmaya namzet parti veya partilerdir. Evvelâ o partiler, bu fikrin olmazsa olmazlarından olan ‘kanunda kuvvet, hukukta adalet ve müsavat, tam meşveret, aff-ı umumî, sulh-u umumî ve nef-i imtiyaz’ gibi düsturlarına ne kadar riayet ettikleri tartışılır. Çünkü Üstad’ın çizgisi, istibdadı kaldırıp hürriyet-i şeriyeye götürecek olan misyondur. Allah’a hakiki kul olup, başkalarına kul olmaktan kurtulmaktır. Partiler içinde, bu fikrin hayata geçirilmesine yakın mesafede bulunana ‘ehven-i şer’ nazarıyla bakılıyor. Demokratlar, zaman içerisinde tam bir hürriyet-i şeriyeye vesile olurlarsa, acaba yine ehven-i şer olarak mı kalırlar? Haydi böylece bir soru da ben sana sormuş olayım…”
“Vallahi amca buna cevap verecek durumda değilim, müsaade ederseniz bir şey daha sorayım.”
“Buyur güzel yeğenim.”
“AK Parti de bizim siyasî fikrimizi hayata geçirmeye namzet bir parti olamaz mı? Hem zaten geldikleri kökenden vazgeçtiklerini, değiştiklerini iddia ediyorlar…
“Bak yeğenim, insan bir defa ‘gömlek’ değiştirdi mi, artık değiştirmek için dünyanın gömlekleri ona yetmez… Yarın da bu mevcut gömleği değiştirmeyeceğine garanti var mı? Hem sonra müştebih (birbirine benzeyen) ağaçları bize belli ettiren, tanıttıran meyveleridir. Biz Demokratların geçmişte çok meyvelerini tattık ve demokrat olduklarına tam kanaat getirdik. Hali hazırda demokrasiye, hukuka, insan haklarına, din ve vicdan hürriyetine aykırı yığın yığın uygulamalar var. Mevcut iktidarın bunları bertaraf etmesi noktasında henüz bir meyvesini tadamadık.”
“Bekleyelim amca, inşallah tadarız.”
“İnşaallah diyorum, ama meyve tatmak için beklemeye gerek yok. Risaleler, Cennet meyvelerini dünyada insana tattırıyor. Aslında ben Otuzuncu Söz olan ‘Ene ve Zerre’ Risalesine başlamıştım, yarım kalmıştı, ona devam etmek istiyorum.”
“’Ene’ dediniz, aklıma geldi. Yeni Asya’nın sahip ve yazarlarının, fikirlerinde bu kadar ısrarcı olmalarında ‘enaniyet kokusu’ yok mu?”
“Hayır asla. Çünkü ‘bir şahıs kendi namına hazm-ı nefs eder, tefahur edemez. Millet (ve cemaat) namına tefahur eder, hazm-ı nefs edemez.’ (Sünuhat, s. 20)”
“Teşekkür ederim amca. Çok yararlı bir görüşme oldu. Ama biz yine de gazetemize bir mektup yazarak, bazı itirazları dile getireceğiz. Aslında ben de aynı görüşteyim, ama içinde bulunduğum ortamda zor durumda kalıyorum.”
“Ben de bunu gazetemize bir şekilde iletirim. Sana son tavsiyem şudur: Senin beyin olan damadımız, farklı görüşte olmasına rağmen, senin gazetene itiraz etmiyorsa, sen de onun hatırı için, o canipten gelen itirazlara itiraz etme. Nur hizmetine devam et. Beyine ve herkese binler selâm. Allah’a emanet ol.”
31.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|