Cumhurbaşkanı seçiminin sonuçlanması ve yeni kabinenin açıklanmasıyla, iki önemli belirsizlik sona erdirilmiş ve taşların yerli yerine oturması için iki kritik viraj alınmış oldu.
Ancak görünen o ki, taşların gerçekten yerine oturması için biraz daha beklemek gerekiyor.
Gül’ün cumhurbaşkanlığına bilhassa askerî cenahın alışması zaman alacak gibi. Yemin törenine katılmamak, 30 Ağustos için eşsiz davetiye göndermek, GATA’daki törende “cephe selâmı” vermeyip konuşmalarda “cumhurbaşkanım” dememek gibi sembolik tavırlarla verilen mesajlar, hazımsızlık işaretleri olarak algılanıyor.
Asker, millet ve Meclis iradesiyle seçilen başkomutanına “benim cumhurbaşkanım” diyemiyor. Ama 22 Temmuz seçiminin sonucu ortada iken karşı çıkıp reddetme imkânı da yok.
Dolayısıyla, derin bir ikilem içinde kıvranıyor.
İkilemin bir ucunda, sembolik tavırlarla açığa vurduğu hazımsızlık, diğerinde kerhen de olsa Gül’e “cumhurbaşkanı” muamelesi yapma, ayakta karşılayıp ayakta uğurlama, seçilmesinden dolayı tebrik mesajı gönderme gibi davranışlarla ifade ettiği “kabullenme” yaklaşımı var.
Başlangıç aşamasında oluşan hassas denge bu ikilemin üzerine oturuyor. Gül’ün, eşini geri planda tutması ve 30 Ağustos mesajında tam altı kez Atatürk’e atıf yaparak vermeye çalıştığı mesaj, “ilkelere sözde değil, özde bağlılık” isteyen asker açısından tatminkâr olur mu, yoksa kayıtsız şartsız mutlak bir teslimiyet tavrı içine girilmedikçe soğukluk sürer mi, göreceğiz.
Umarız, “herkesten fazla ABD dostu” olarak nitelendiği Washington kulislerinde bile “Dengecilikte ipin ucunu kaçırmasın” tavsiyelerine muhatap olan Gül, kendisini bekleyen dirayet sınavından yüzünün akıyla ve başarıyla çıkar.
Gelelim 60. hükümete. Günlerdir “bakan-toto” oynayanların beklediği ölçüde bir değişiklik olmadı. Bunun üzerine hemen plak çevrilip, Erdoğan’ın “Kazanan takım değiştirilmez” düsturuyla böyle yaptığı şeklinde teviller üretildi.
Tersi olsaydı, bunların yerini herhalde “AKP yine Erdoğan’ın karizması sayesinde oylarını bu kadar arttırdı, reis yeni kabineye tamamen kendi damgasını vurdu” gibi yorumlar alacaktı.
Aslında aynı yorumu bu kabine için de yapmak mümkün. Özellikle başbakan yardımcılıklarında Şahin’le Çiçek’e becayiş yaptırarak başka dengeleri gözetirken, Gül ve Şener’den boşalan yerleri partideki iç kabinesinden iki yeni isimle doldurması bunun önemli işaretlerinden.
Yeni isimlerden Mehmet Şimşek’le uluslararası sermayeye mesaj verilirken, ekonominin patronluğunun Nazım Ekren’e emanet edilmesi, Kürşat Tüzmen bakanlıkta muhafaza edilirken başını ağrıtan gümrüklerin ondan alınması, Diyanet’in Mehmet Aydın’dan alınıp eski başkanlardan Mustafa Said Yazıcıoğlu’na devredilmesi, kuraklık afetine çare arandığı bir ortamda Veysel Eroğlu’nun Çevre Bakanı yapılması ve en büyük sürprizlerden biri olarak Abdülkadir Aksu’nun kabine dışı bırakılıp Beşir Atalay’ın İçişleri Bakanlığına kaydırılması, ikinci Erdoğan hükümetinde özellikle dikkat çeken hususlar.
Erdoğan bu kabinenin “daha güçlü ve atak” olacağını söylüyordu. Köşk engeli de kalktığına göre hükümetin önü açık. Bakalım, milletin ikinci kez verdiği bu fırsat nasıl değerlendirilecek?
31.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|