Tanzimat döneminden günümüze kamuoyunu en çok meşgul eden, devlet ananın en hassas olduğu konuların başında kadınların tesettürü meselesi gelir.
Yakın tarih uzmanları, Cumhuriyet ideolojisinin kıyafeti bir “çağdaşlık projesi” olarak gördüğünü belirtirler. Özellikle de kadınların kıyafeti bu projede önemli bir yer tutar.
Bir türlü tamamlanamayan bu proje (!) şimdi devletin en üst kademesine başörtülü bir first lady’nin gelmesiyle hayli çıkmaza girmiş görünüyor…
Balolar…
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, ‘Batılılaşmış kadın’ tipinin oluşumu için çok ciddî çabalar gösterildi. Cumhuriyet Bayramı balolarına, Ankara’da ve diğer illerde, devlet memurlarının eşleriyle birlikte katılmaları şarttı.
O döneme ışık tutan çalışmalarında ünlü İngiliz tarihçi Lord Kinross, rejimin ‘yeni kadın’ tipinin oluşturulmasında, Cumhuriyet Balolarının büyük rol oynadığına dikkat çeker...
Bugün baş-örtüsü yasağını alkışlayan medyanın duayenlerinden Simaviler, o dönemde de aynı tavrı sergilerler.
Hürriyetin kurucusu Sedat Simavi’nin Cumhuriyet’in ilk yıllarında çıkardığı dergilerin hemen her sayısının kapağını bir kadın fotoğrafı süsler ve sinema oyuncularının hayatları anlatılır, yıldızların aşklarına yer verilir… İnci, Yeni İnci, Hanım, Resimli Ay gibi dergilerde ‘Batılılaşmış kadın’ tipi ‘özenilecek bir tip’ olarak hep gündemde tutulur. Tıpkı şimdilerde olduğu gibi…
Yaklaşık seksen yıldır hiç taviz verilmeyen yayın politikasında, değişen sadece aşının dozudur…
Seksen yıldır bir türlü tutmayan aşı, şimdi tutar mı ki?
Bir kuğu masalı
Çirkin ördek yavrusu masalını bilirsiniz.
Aslında o bir kuğudur, ama yumurtalar karıştığı için ördek ailesinde dünyaya gelmiştir. Bu gerçeği bilmediğinden bir türlü kardeşleri ve annesi gibi davranamadığı için kendini hakir görmektedir. Kardeşleri ve annesi gibi olamamak ne büyük bir acıdır. Ne boynu, ne gagası, ne bacakları, ne yürüyüşü, ne sesi benzer aileye…
Annesi şefkatle yavrusunun değişimini dört gözle beklemektedir, ama ne çare… Kardeşlerini, annesini taklit etmeye çalışmak da ıztırap verir ona. Sonunda gerçeği keşfeder çirkin ördek yavrusu. Bir gün sudaki aksini fark eder. O her zaman beğenerek izlediği kuğulardandır… O ördek değil, bir kuğudur. Üstelik dünyada onu olduğu gibi kabul eden, kardeşleriyle birlikte paylaştığı nehirde onun süzülerek yüzüşünü beğeniyle izleyen dostları vardır. Dünya sadece ördeklerden ve dünyaya geldiği kümesten ibaret değildir ki…
Bu masal da nerden çıktı mı diye düşünüyorsunuz?
Çankaya’da türban tartışmalarını medyadan takip ederken, ülkem kadınının inanç ve eğitim özgürlüğü haklarını ihlâl eden başörtüsü yasağının tarihçesi, yaşadıklarım, dostlarımın yaşadıklarını hatırlamam içimi acıttı. Halimiz çocukluğumda buruk buruk defalarca okuduğum Hans Christian Andersen’in “Çirkin Ördek Yavrusu” masalına ne kadar da benziyordu… /Normal değilsin, değişmen, bize benzemen gerekiyor… Haydi, beceriksiz, bir kez daha denemelisin… Dene bakalım/
Çirkin ördek yavruları yapacakları tercihlerle, kimliklerini ve istikballerini şekillendirecekler…
02.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|