Hayatımızı borçlandırmaya ne dersiniz? “Ben borç sevmiyorum” diyebilirsiniz. Bu da doğru.Yalnız bir doğru daha var, o da neyi borçlanacağınızdır?
Borç, ödenmesi zorunlu bir emanettir. Miktarı, süresi, muhatabı, gereklilik şartları, talep ve cevap boyutları bellidir.
Paraya sıkıştığımızda, borçlanıyoruz. Kalkınmakta olan ülkemizde, bir de memursanız, ya da düzenli bir geliriniz yoksa, ya da orta halliyseniz borçlanmak kaçınılmaz. Bundan olsa gerek, borçlu bir toplumu rahatlatmak, riskli tüccara cesaret vermek ve girişimciyi teşvik etmek için “Borç, yiğidin kamçısıdır” sözü literatürümüze girdi.
Borçlanmak, bir ihtiyaçtan kaynaklanır. Sıkışık halin, soluklanma isteğinin, bir destek ve emanet takviyesidir. Borç deyince sadece para almayı anlamamak gerek. Gelişmelerimizi borçlu olduğumuz medeniyet tarihindeki mucit insanlar, çevremizde bize yardım eden munis rehberler, bizi teşvik eden kılavuz büyükler, hepsi bir alacağı hak ediyorlar.
Onların bizden bir alacağı var. Yani biz onlara karşı borçluyuz. Teşekkür borçluyuz. Takdir ve saygı borçluyuz. Kadirşinaslığın asgarî şartı bu. Diğergamlığın bize şefkatle teveccüh ettiği her halin tercümesi; bir teşekkürü, bir duâyı bize borç olarak yazar. Borcu ödediğimizde rahatlarız.
Borç almayı öğrendiğimiz veya birileri bizi manen borçlandırdığı, bir hak takdimi yapıp mesuliyet yüklediği zamanlarda önümüze konulan sorumluluklar da birer borçlanmadır.
Her diyaloğun yüklediği bir görev veya borçlanma, ya da alacak hanesi açılıyor insanın defter-i kebirine. Malî müşavirlerin şirketler için tuttuğu defter-i kebir gibi. Yani büyük defter.
Bizim de bir defter-i kebirimiz var. Alacaklar, borçlar, şüpheli alacaklar, aktifler, pasifler, amortismanlar, demirbaşlar v.s. Önce günlük kayıtların işlendiği yevmiye tutulur. Yevmiyelerin hepsi mizan hesabının girdileridir aynı zamanda. Mizana göre tanzim edilen bilançolar; üç aylık, altı aylık veya bir yıllık dönemler halinde düzenlenir.
Muhasebenin bu kurallar bütünlüğü, bizim de bir “muhasebe ve murakabe” gözüyle amel defterimizin alacaklar ve borçlar yekûnunu görmemize kapı açıyor. Münker ve Nekir ile sağlam kayıtlara dayalı bilânçolarımızda, borçlarımız ve alacaklarımız görülmeli.
Borçlar hanesi üzerinde durmak istiyorum. Naçizâne borçlanmaktan yanayım. Sağlam bir borçlanma yapalım diyorum. Karşılığında varsa menkul ve gayr-i menkullerimizi ipotekleyelim. Yani sosyal, fikrî ve sathî bilgi ve kabiliyetlerimizi borca karşılık ipotekleyelim.
Neleri borçlanalım?
İsterseniz bir liste çıkaralım. Önce mevcut borçlardan gidelim.
Borçlandığımız en büyük varlık hayatımız. Bu, bize lütfedildi. Karşılığında “Bir fiyat” isteniyor. Yani borcumuz oluşuyor. Ebedler ülkesine yolcu ve dünya durağında misafir olan insanlara bir hazine verilmiş, karşılığında ise borçlandırılmış.
Bu borcumuzu tamamen ödeyebilir miyiz?
Mümkün değil. Öyleyse hedef, en azından teşekkürü en üst kalitede sunmak. Şükür tadında kanaat etmek. Bütün faaliyetlerimizi “Bismillah” ile başlatıp, “Elhamdülillah” ile tamamlamak ve rahatlamak. Bir de başlangıçla sonuç arasında düşünerek, faaliyetlerin zihnî odağına hayatı veren, Muhyî isminin tecellisi ile bize hayatı bahşeden Rabbimizi idrak etmek.
Başta Bismillah ile zikir, ortadan fikrederek tefekkür ve sonunda Elhamdülillah diyerek şükür etmek, borçlandığımız alanı ve borcumuzu nasıl ödeyeceğimizin bütün detaylarını veriyor.
Zikir, fikir ve şükür. Üç önemli kavram.
Gelin, hayatı kavramlarla borçlandıralım. Ömür defterinde kavramlara başlık açalım ve borçlanalım.
Risâle-i Nur’daki kavramlarla borçlanıp; onları okumaya, araştırmaya, anlamaya ve yeni mânâlarını çözmeye çalışalım.
Hayatı kavramlarla borçlandırdığımız takdirde, kavramlarla yaşamayı, temel kavramlarla öğrenmeyi ve zihnî inkişafın tefekkür yolunu açmayı başarmış olacağız.
Öncelikli birkaç kavram etrafında kabiliyetimizi ve fıtratımızı doğru okumaya ve bu alanda boçlanmaya ne dersiniz?
Zikir, fikir, şükür, ihlâs, teavün, tearüf, uhuvvet, sünnet, kader, ruh, vicdan, akıl, dimağ, terakki, tefekkür, acz, fakr, şefkat, teşebbüs, hürriyet, iman, İslâm, ahiret... uzayıp giden kavramlar dizisi.
Bunların birinden başlayıp, künhüne vakıf olana kadar çalışıp, araştırma mahsulü Risâle-i Nur dürbünü ile Kavramlar Mutfağı kurmaya ne dersiniz?
Eminim, böyle bir mutfaktan çıkan kavramlarla daha lezzetli fikir gıdası alınacaktır.
02.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|