Konuşmalarımız, konuşma tarzlarımız bizleri ele vermektedir. Konuşmalarımız, bizlerin dünyada veya ülkede meydana gelen gelişmeleri ne derece takip ettiğimizi ortaya koymaktadır. Böylece âfâkî meselelerle uğraşıp uğraşmadığımız veya ne derece uğraştığımız anlaşılacaktır. Bu noktada “Dervişin fikri ne ise zikri de odur” şeklindeki atasözünün mânâsı tezahür etmiş olacaktır.
Evet fikirlerimiz konuşmalarımızın yönlendiricisidir. Fikir dünyamızda neler hâkimse onlar ağzımızdan çıkmakta, seslendirilmeye tabi tutulmaktadır. Bu sebeple fikrî derinliğe sahip olmak, fikrî güzelliklere sahip olmak, dünyanın geçici ahvalleriyle düşüncelerimizi kirletmemek bizim için çok önemlidir.
Fikirlerimizin konuşmalarımızı yönlendirmesi gibi, duygularımıza hâkim kıldığımız gerçekler de fikirlerimizi yönlendirmektedir. Aklımızı meşgul ettiğimiz meseleler fikir yumaklarının oluşmasına sebep olmaktadır kafamızda. Kalbimize gönderdiğimiz aklın iz düşümleri, eğer akıl-kalb birlikteliğinden besleniyorsa önümüzü aydınlatmakta, yok eğer nefsimizin komutası altında iseler, o zaman yaşantımızın karanlıkların soğuk ikliminde yol almasına sebep olmaktadırlar.
Bizlere verilmiş bir âlet olan aklı, bize bu nimeti verenin izni dairesinde kullanabilirsek, o zaman fikir dünyamızda güller açacaktır. Bu fikir dünyamızda meydana gelecek olan güllerin maddî-manevî güzellikleri, kalbimizin günah kirlerinden temizlenmesine yol açacak, hayatımızın önemli bir sacayağı olan kalbimizde aydınlıkların hâkim olması sağlanmış olacaktır.
Hareketlerimiz kadar duygularımızı da kontrol altında tutmamız gerekmektedir. Büyük günahlardan kaçınmamız ve yapmamız emredilen ibadetlerimizi yapmamız, hareket ve davranışlarımızın düzenli bir seyir takip etmesine sebep olacağı gibi, zihnimizi de, tefekkürümüzü de müsbet mânâda işletirsek, dünyamıza fikrî istikamet hakim olacak, bizi dinleyenlerin, bizi takip edenlerin bizlerden bir şeyler alması mümkün olacaktır.
Fikirlerimizi iman suyuyla temizleyip, Kur’ân ve Sünnet hakikatleriyle terbiye edebilirsek, konuşmalarımızdan kolay kolay kimse incinmeyecek, “Fazilet odur ki, düşmanlar dahi kabul ede” sözlerine masadak olacağız.
Eğer konuşurken karşımızdakinin gönlünü kırıyorsak, eğer konuşurken karşımızdakinin bizimle tartışmaya ve münakaşaya girmesine sebep oluyorsak, bu durum fikirlerimizde bir sakatlığın olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durumda düşüncelerimizin nerelerden etkilendiğini bulup tamirine çalışmamız gerekecektir.
Konuşmalarımızın hep gerçekleri yansıtmasını istiyorsak fikirlerimizi Kur’ân hakikatleriyle beslemeli, Sünnet-i Seniyyenin ölçüleriyle süslemeliyiz. Nefsimizin yönlendirdiği duyguların düşüncelerimizi etkilemesine meydan vermememiz gerekmektedir.
Hem bizi sinirlendiren hem de karşımızdaki insan için münakaşa zemini oluşturan konuşmaların beslendiği yer hissî yaklaşımlarımızdır. Fikir dünyamızın hissî yaklaşımlar tarafından kirletilmesine meydan vermememiz gerekir.
Duygusal yaklaşımların hâkim olduğu sohbet ortamlarında gerçeklerin ortaya çıkması zor olacaktır. Böyle yerlerde susmak konuşmaktan çok hayırlı sonuçlar doğuracaktır. Aklın devreden çıktığı yerlerde ne söylersek söyleyelim, hangi gerçeği dile getirirsek getirelim, karşı tarafça kabul edilmesi kolay olmayacaktır. Böyle zamanlarda sükût altın konumuna düşmektedir.
Sükûtun altın olduğu mekânlarda lisan-ı hal daha çok etkili olmaya başlamaktadır. Nefsin sebep olduğu, şeytanların sevinçlerinden dört köşe olduğu, hararetli konuşmalarla yapılan sohbetlerin ateşini düşürmek, öfkeleri yatıştırmaya çalışmak, yapılabilecek en doğru davranış tarzı olmalıdır.
04.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|