AKP’nin, oylarını üçte bir oranında arttırarak ikinci defa tek başına iktidar olmanın verebileceği “zafer sarhoşluğu”ndan uzak durup olgun, vakur, temkinli ve oy vermeyenleri de kucaklayan bir tavır sergileme kararı başka şey...
Millî iradenin ortaya koyduğu neticeyi hazmetmekte hâlâ zorlanan, ama sandıktan çıkan net sonuç karşısında artık yapabilecekleri birşey kalmayan antidemokrat mahfillere bakarak yol haritası belirleme çekingenliğinden bir türlü kurtulamamak ise tamamen başka birşey.
Yoksa onun da ötesinde, gerçekten ne yapacağını bilemiyor olmanın tereddüdü mü var?
Medyanın satır aralarında yansıtılan bazı mesajlara bakılırsa, AKP 2013, hattâ 2023 hedeflerini dahi belirlemiş ve bunlara ne şekilde ulaşacağının stratejilerini de tayin etmiş durumda.
Ama fiiliyat bunları doğrular gibi görünmüyor. Hükümet programı, AKP’nin en iddialı olduğu konuların başında gelen ekonomide de, 17 Aralık 2004’ten sonra peşini bıraktığı AB sürecinde de somut hedeflere yer vermemekle eleştirilirken, sivil anayasa projesinin ise, taslağı hazırlayan akademisyenler heyetine atfen medyada çıkan iddialı başlıkların rağmına, ürkek ve çekingen bir tavra kurban gideceği kaygıları mevcut.
Seçimden sonraki kırk gün, cumhurbaşkanı seçimini ve yeni hükümetin teşkilini beklemekle geçti. Ama geride kalan beş yılda hükümetin icraatını ciddî şekilde frenlemiş olan Çankaya engelinin aşılmasıyla oluşan moral, yeni kabinenin işbaşı yapmasının verdiği sinerjiyle birleşerek, AKP’ye kaybedilen zamanı telâfi imkânı da verecek güçlü bir startla yola çıkma avantajını bahşediyordu.
Bunun için, toplumun geniş kesimlerinden destek alacak, iyi hazırlanmış bir anayasa projesi ile güçlü, tutarlı, gerçekçi bir hükümet programını kamuoyunun önüne koymak yeterliydi.
Ancak şu an için görünen tablo, bunun başarılabildiği yönünde bir kanaat uyandırmıyor.
Bakalım, sürecin ilerleyen safahatında bu kanaati silecek sürpriz ataklar görebilecek miyiz?
3 Kasım sonrasına hükümet programından da önce Erdoğan’ın açıkladığı Acil Eylem Planı ile giren AKP, ikinci iktidar döneminin başında verdiği bu tutuk görüntüyü izale edebilecek mi?
Bu arada, Gül’ün Çankaya’daki ilk günlerinin, bilhassa askerî cenahtan verilen çelişkili sinyaller ve mâlûm “eş durumu”ndan kaynaklanan sebeplerle sıkıntılı geçtiği de gözleniyor.
Gül’ün, eşini gerginlik olmasın diye geri planda tutma stratejisi, neticede, “Atatürk’ün mekânında başörtüsünün yeri yok” saplantısından vazgeçmeyen mahfillerce uygulanan “Hayrünnisa Hanımı yok sayma” taktiğine güç veriyor.
Çankaya’daki ilk resepsiyon için yapılan davetlerin “eşsiz” olmasını, ilk bakışta, başörtülü eşleri dışlamak için uydurulan eşsiz davetlere bir misilleme olarak yorumlamak da mümkün.
Ama ortaya çıkan sonucun, aynı mahfillere “Bakın, biz demiyor muyduk? Bunlar, kadını dört duvar arasına kapatan irticaî zihniyetin takipçileri. Kadınsız uygarlık ve çağdaşlık olur mu? Türkiye Cumhuriyetinin en tepeden dünyaya verdiği görüntü, kadını dışlayan bu çağdışı fotoğraf olamaz” diyerek bir kez daha ortalığı ayağa kaldırma fırsatı vereceği unutulmamalı.
Velhâsıl, ilk işaretler hâlâ iç açıcı değil...
04.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|