“Neylersin ölüm herkesin başında,
Uyudun,
uyanamadın olacak...
Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında
Bir namazlık saltanatın olacak,
T
aht misâli.. O musallâ taşında”
(Cahit Sıtkı Tarancı)
Ömür sermayemizin belli bir miktarla sınırlı olduğunu hepimiz biliyoruz. Yine, her gün bu sermayeden 24 saatlik bir kısmını sarf ettiğimizin de farkındayız. Sayılı günler tez geçtiği gibi, sayılı olan ömür sermayemiz de çabucak bitiverecek. Her hangi bir yılın, her hangi bir gününde, bilmediğimiz bir saatte, son nefesimizi nefsimizin sahibime teslim edeceğiz. Yani ömrümüzün gün, saat ve dakikaları sayılı olduğu gibi, aldığımız nefesin de belli bir sayısı vardır. Normal bir insan dakikada 20 defa nefes alıp vermektedir. Bir saatte 1200, bir günde ise, 28.800 adet nefes harcıyoruz demektir. Ömür boyu alacağımız nefesin de belli bir sayısı olduğuna göre, her nefes alışımızda bu sayı biraz daha azalmaktadır. Nefesimizin sayılı olduğunu biliyoruz ama, sayısını bilemiyoruz. Onun için her an son nefesimizi verme ihtimali vardır.
İnsan doğduğunda ilk nefesini ağlayarak alır. Bebek doğduktan sonra ağlama sesi duyulursa, orada bulunanlar sevinirler ve bunu gülerek karşılarlar. Böylece bebeğin nefes almaya başladığı, yeni hayatına ilk adımı attığı anlaşılır. Onun için ilk nefes önemlidir. Bundan sonrası kolaydır artık. Allah sağlık verdikçe, nefes alıp verme normal ritminde devam eder. Hatta çok defa nefes aldığımızın farkında bile olmayız. Cenâb-ı Hak, en çok muhtaç olduğumuz hava nimetini en bol miktarda yaratmış, solunum sistemimizi de en kolay nefes alacağımız şekilde tanzim etmiştir. Yemek yerken, lokmayı ağzımıza götürmemiz gerekiyor, su içerken bardağı dudaklarınıza kadar kaldırıyoruz. Ama nefes alırken ağzımızı açmaya bile gerek duymuyoruz.
İnsanın ilk nefesinin çok önemli olduğunu söylemiştik. Ama, son nefes ondan çok daha fazla önem taşımaktadır. İlk nefesi alırken kendimiz ağlarız ama, son nefesimizi verirken başkalarını ağlatırız. Hem de bu son nefes o kadar kolaylıkla verilmiyor. Günlerce hastalık çekenleri, sekerat halinde iken büyük sıkıntılar yaşayan insanları çok görmüşüzdür. Kimi acı bir hıçkırıkla, kimi de korkunç bir horultu ile son nefesini teslim eder.
Ölüm anı, insanın en zor ânıdır. Özellikle kâfirler, müşrikler ve günahkâr insanlar için, sekerât ve ölüm, hayatta hiç yaşanmamış bir azap şeklinde gerçekleşir. Azrail Aleyhisselâm, korkunç bir şekilde onlara görünür. O kişilerin can vermesi, damarlarının en ince noktasına kadar saplanmış dikenli bir çalının çekip çıkarılması gibi acı verir. Sekerat sırasında ise, gidecekleri cehennem kendilerine gösterilir. İman edip salih amel işleyenlerin ölümü ise, yağdan kıl çeker gibi kolay, sessiz ve acısız olarak gerçekleşir. Onlar, ahiret âlemindeki daimî menzilleri olan cenneti seyrederek son nefeslerini verirler. Cennetin güzelliği karşısında, her şeyi unutur, can verdiklerinin farkında bile olmazlar.
İşte insanın en büyük meselesi, bu son nefesi ne şekilde vereceği meselesidir. Bir ehl-i keşfin tesbitine göre, “kırk elli vefiyattan yalnız bir ikisi” kurtulmuştur. Öyleyse, işimiz hiç de kolay değildir. Onun için, son nefes, zor nefes olacaktır. Bu zoru kolay eylemek için, farzları yerine getirip, büyük günahlardan kaçınmalı ve aczimizi itiraf ederek bol bol istiğfar etmeliyiz. Ondan sonra da Rabbimizin rahmetini ümit ederek merhametine teslim olmalıyız.
04.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|