Bilgisayar ekranında o kadar çok belge birikmişti ki, artık temizlemem gerekiyordu. Tek tek yerleştiriyordum; şu dosya şu klasöre, bu dosya çöpe derken bir dosya çekti ilgimi… Açtım sayfayı, yazılanlar karma karışık, ama alıntı değil; “Biri teline vurmuş klavyenin” dedim. “Benim unuttuğum bir yazı mı?” diye aklımdan geçti ama bu şekilde hayallerim yoktu henüz. Derken yazının sahibi satırlar arasında yanlışlıkla yazılmış, bir isim ele verdi.
Liseyi bitiren, bu yıl yeniden üniversite sınavlarına hazırlanan, en küçük kardeşimin satırlarıydı bunlar. Hikâyeyi okurken duygularım karıştı; gülsem mi ağlasam mı derken.. Kim bilir neler hayâl ediyordu yazarken hikâyesini. O ‘Meczup Veli’yi anlatmıştı ama ben neleri gömdüm noktanın, virgülün arasına…
Öylesine yazılan bir ayrıntı üşüttü içimi. Çünkü her hikâye gibi güzel değildi sonu. Hep güzel bitmesini isterim yazılanların. “Hayat hep güzel şeyler sunmasa da, bari yazıda güzel olsun her şey” diyenlerdenim.
“Çok mutluydu meczup Veli. Her ne kadar istediği üniversiteyi kazanamamış olsa da, bu başarısızlık yıkmamıştı onu. Azmi kırılmadan, ‘yapabilir miyim?’ diye tereddüt etmeden çalışmış. Her çalışana verildiği gibi, istediği bölümü kazanmıştı.
Kazanmış kazanmasına ama sıkıntılar peşini bırakmamış. Maddî manevî birçok sorunla mücadele ederek geçmiş sınıfını. Yazın çalışıp, okul harçlığını çıkarmış. Hayatı erken tanımış meczup Veli. Biliyormuş herkese hayalleri kolay verilmiyormuş. Yaşadıkları kolay olursa, kazandıklarının kıymeti de o kadar olurmuş.
Sonra iş güç derken bir gün aşkı tatmış meczup Veli. Alev alev sarmış aşk bütün vücudunu, gözleri bir başka bakmış âleme, elleri bir başka tutmuş yaprakları… Yani aşk girince hayatına her şey değişmiş meczup Veli’nin gözünde.
Meczupluğu o aşktan geriye kalan tek anısıymış. Her istenenin verilmediğini o günlerde öğrenmiş. “Her şeyin hayırlısı istenmeli. Demek ki hakkımda hayırlı değil” diye tesellî etmiş kendini. Zor olmuş bu yangından çıkması, yaraları kalmış elbet.
Her genç gibi sonunda münasip bir hanımla evlenmiş meczup Veli. Derken çoluk çocuk da olunca dört elle sarılmış çalışmaya. Küçükmüş yavruları “O olmadan ne yaparlar?” diye didiniyormuş. Ailesine güzel bir gelecek sunmakmış derdi. Her şeyi ertelemiş, emekli olunca bütün ertelediklerini yaşayacakmış.
Güneşli bir günde, çocuklarıyla parkta oynarken, topları düşmüş caddeye. Meczup Veli koşmuş topu almak için, ama bir daha geri dönememiş. Çünkü sarhoş bir adam arabasına binmiş geliyormuş, Meczup Veli ise o sırada topu alıyormuş. Ve Meczup Veli’nin yapacağı her şey öylece kalakalmış bir anda.
Oysa ölüm sadece Meczup Veli’nin durdurmuş. Onun dışında hiçbir şey durmamış. Çocukları büyümüş, hanımı yokluğuna alışmış, her şeyi idare etmeyi öğrenmiş. Meczup Veli şunu hiç anlamamış: ‘Bensiz asla olmaz’ dediği her şey ama her şey onsuz da çok güzel olmuş. Yani kimse vazgeçilmez değilmiş hayat için. Meczup Veli bunu öğrenmek için baya geç kalmış.”
Hikâyenin ardından bana kalan, kısa bir sessizlik. Ve unuttuğum farklı pencereler.
Hepimiz Meczup Veli gibiyiz. Hiç ölmeyecek gibi yaşayan, ölenlere acıyan, biraz ağlayıp sonra unutan. Herkese değen ama bize değmeyeceğini sandığımız o gerçek. Ölüme değecekse dilimiz “Allah etmesin. Allah gecinden versin” sözleri düşer en başına sözün. Yani ölümün lâfı bile yakışmaz bize.
Her şey oluruz; avukat, doktor, anne, baba, dede, nine... bir ölüm gelmez kapımıza. Hoş durmaz yitip gitmek, unutulmak, sadece resimlerde hatırlanmak. Ancak istesek de istemesek de, ecel geldiğinde, sadece bizi alıp gidecek, sadece zaman bizim için duracak. Geride kalan sevdiklerimiz yaşayıp geçecekler zamanın içinden.
Her şeye seviniriz de, bir ölüm gelince şaşırırız. Sanki hiç duymamış gibi adını, sanki hiç uğramamış bizim semtimize. Öylece bakakalırız ardından, hiç tanışmamış gibi.
05.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|