Bu kavramı ilk kez literatürümüze Korkmaz Yiğit hediye etti. Banka alış verişlerinde karşısına çıkan bir takım güç odakları ve onlardan aldığı tehditler üzerine karşılaştığı durumu böyle izah etmek zorunda kalmıştı. O güne kadar aslında vücut kimyasının bu şekilde psikolojik araçlarla değiştiğine dair pek bir ifade duymamıştık. Ama daha sonra vücut kimyasının değişmesi bir deyim halini aldı. Bunda Korkmaz Yiğit’in de şüphesiz büyük payı ve katkısı var. Bir takım gayri tabiîliklerin vücut kimyasını bozduğuna dair veriler ortaya çıktı.
Şiddet, müzik, sevgi ve nefret gibi bir takım manevî haller de vücut kimyasını müsbet veya menfi olarak değiştirebiliyor. Manevî haller veya kalbî duygular da vücut kimyasını değiştirmekte birebir. Bu anlamda, son sıralarda yalanın da vücut kimyasını bozduğu anlaşıldı. Zira, yalan fıtrata ters ve söylenmekle birlikte vücudun fıtrî düzenini ve kimya dilini bozuyor. Böylece yalanın veya benzeri manevî hastalıkların fıtratı bozduğu ve gayrı fıtrî olduğu anlaşılıyor.
Bu anlamda, nifak gayri fıtrî bir haldir ve münafıklık da gayri fıtrî bir makamdır. Münafığın vücut kimyası bozuktur ve fıtratına yabancılaşmıştır. Bundan dolayı iflâhı neredeyse gayri kabildir. Halbuki inkâr eden veya küfre sapan birinin durumu böyle değildir. Fıtratı bozuk değildir. Nifak insanın kendisiyle uyumlu olmamasıdır ve fıtratını tahrip eder. Ne kendisiyle barışıktır, ne de çevresiyle. Bu anlamda, mü'min kişi ‘insan es seviyyi’ yani dümdüz ve normal bir insandır ve fıtratıyla barışıktır. Yalanın ve dolayısıyla insanın kimyasını ve dengesini bozduğu deney ortamlarında da ispat edilmiştir.. ABD’de bir şirket (kurucusu Harvey Nathan) yalan söyleyenlerin beyinlerinin belirli bölgelerinde kan toplandığını, bunun MR’la da rahatlıkla görüntülendiği ve belirlendiğini ifade etmiştir. Yani simyevî değişim kimyevî ifrazata yol açıyor.
Günümüzde kimi dindarların da kimyası bozulmuştur. Bunun en temel nedenlerinden birisi kavramların değişmesidir. Simyanın bozulması kimyanın da bozulmasını tetiklemektedir. Simya ile kimya birbirine bağlıdır. İkiz kardeştirler. Simya kimyanın metafizik boyutudur. Metafizik boyut tahrip olduğunda fizikî boyutta tahrip olur. İrade bir simyasal durumdur ve bunu kaybeden çalışma azmini ve savaşı da kaybeder. Bundan dolayı ‘tedavinin yarısı psikolojik faktörlere bağlıdır’ denmiştir. Dolayısıyla Müslümanların kimyalarının bozulmasının temel nedeni simyalarının yani metafizik yapılarının bozulmasıdır. Dolayısıyla tamirata simyevî boyuttan başlamak gerekiyor. Gazalî gibi manevî dinamikleri ayağa kaldırmadan maddî dinamikleri ayağa kaldırmak kabil ve mümkün değildir.
Günümüzde dindarların kimyasını bozan temel föktörlerden birisi dünyevileşmedir ve çeşitli kavramlarla da bunun içselleştirilmesi hadisesidir. ‘Hayatını yaşa,’ “insan yaşadığı çağa da ayak uydurmalı,’ ‘insan kendisini geliştirmeli’ gibi kavramlardan yola çıkan kimi dindarlar rahatlıkla dünyevileşiyorlar. Elbette dünya ile ilgilenmek gerekir, ama bu manevî dünyamızın namına ve aleyhine olmamalıdır. Kalbî boyutta değil, kesbî boyutta kalacaktır. Ve gerçekten de Cenâb-ı Hak lisan-ı Kur’ân ile zühd peygamberi olan Yahya Aleyhisselâm’a ‘Dünyadan da nasibini unutma’ buyurmaktadır. Elbette, ama bu dünyayı sevmek ve lezzet adına ona sarılmak anlamında değildir.
Yabancılar geniş ve derin etüdlerle birlikte, amaçlarına ancak Müslümanların kimyasını bozarak ulaşabileceklerini görmüşlerdir. Bunun için de simyalarının ve anahtar kavramlarının değiştirilmesi ve sulandırılması gereğini keşf ve tesbit etmişlerdir. Böylece paradigmalarını bozduğunuzda savunmasız hale gelecekler ve çökeceklerdir. İşte bundan dolayı ilk savunma hattı olan simyevî alanın yeniden imar ve tahkim edilmesi gerekiyor. Netice itibarıyla, dünyevileşme dindarların kimyasını bozuyor ve bu eğilim bizi yok etmeden onun üstesinden gelmeliyiz.
05.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|