Sivil anayasa taslağı konusunda ikinci kez konuşan AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, hazırladıkları taslağın bir “tepki anayasası” olmayacağını söylüyor.
Böylece, ülkeyi büyük sıkıntılara sürükleyen ihtilâl anayasalarının en önemli özelliklerinden birine atıfta bulunarak, sivil anayasa hazırlanırken aynı hataya düşülmeyeceğini ifade ediyor.
Gerçekten de, özellikle 27 Mayıs ve 12 Eylül anayasalarına bakıldığında, bu metinlere vücut veren ihtilâllerin yıktığı demokratik sistemin işleyişini kendi kurallarına uydurmayı hedefleyen bir anlayışla hazırlandıkları açıkça görülür.
“Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” prensibine 1961 anayasası ile ilâve edilen “Millet bu egemenliği yetkili organlar eliyle kullanır” ibaresi bunun en tipik ve çarpıcı örneklerinden biri.
Millet iradesiyle oluşan Meclis ve onun içinden çıkan hükümet üzerinde fren mekanizması gibi çalışan kurumların dayanağı işte bu ibare.
Yasama ve yürütme organlarından tümüyle bağımsız bir sisteme oturtulan özerk kurumlar da.
27 Mayıs anayasasının getirdiği bu düzen, 12 Eylül anayasasında da korundu. Ve bu yapılırken, bireyin temel hak ve hürriyetlerine devlet adına son derece ağır kısıtlamalar getirildi. Sebep, ihtilâlin de yegâne gerekçesi olarak gösterilen terörden demokrasinin sorumlu tutulmasıydı. Bunun nasıl bir aldatmaca olduğu ise, hâlâ tam olarak anlaşılabilmiş değil.
Sonuçta, her iki ihtilâl anayasasının da ortak paydası, demokrasiye ve millet iradesine duyulan derin tepkiyi aksettirmeleri.
Şimdi Meclis iradesiyle ve sivil toplumun katılımıyla gerçekleştirilmesi umulan demokratik ve sivil bir anayasa projesi gündemde.
Elbette ki, bu projenin en ayırıcı vasıflarından biri, haklı olarak eleştirilen ve kaldırılmak istenen ihtilâl anayasasının arkaplanındaki tepki yaklaşımından uzak olarak hazırlanması olmalı.
Eğer illâ bir tepkiden söz edilecekse, bu tepkinin adresi darbeci ve dayatmacı tavırdan başkası olmamalı. Ve o tavrın, birtakım tabuları cansiperâne savunmak adına sergilediği direnişe papuç bırakılmamalı. Anayasada yer alacak her cümle ve kelime, fikir ve ifade hürriyetinin kemaliyle işlediği bir ortamda enine boyuna tartışılmalı ve herkesin içine sinecek ortak mutabakatlara bağlanarak metindeki yerini almalı.
Tabiî, ideal olan bu. Ama şu anki ortam ve şartların, bu ideale elverişli olmadığı da ortada.
Bu durumda, demokrasi, hak ve özgürlükler adına olabilecek en mâkul, gerçekçi ve dengeli formülleri üretmek ayrı bir beceri gerektiriyor.
Tamam, dengeler çok fazla zorlanmasın, ama dengecilik yapalım derken ipin ucu iyice kaçırılıp tamamen tavizkâr bir zemine de kayılmasın.
Bu arada, tepki bahsinde çok güncel bir örnek önümüzde duruyor. Mâlûm, 367 krizi patlayınca AKP, cumhurbaşkanını halkın seçmesini öngören bir anayasa değişikliği paketini alel acele Meclisten geçirdi. Ama bunu yaparken, konuyu etrafı erbaasıyla derinlemesine düşünme imkânı bulamadı, bazı önemli hususları da atladı.
Şimdi gelinen noktada, 21 Ekim’de bu paket için yapılacak referandum AKP için sıkıntı kaynağı haline gelmiş durumda. Mümkün olsa iptal edecek, ama vakit yok. Ve ok yaydan çıkmış.
Evet, tepkiyle kalkan zararla oturuyor...
05.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|