Ruhat Mengi mızrak ucu gibi. Daha doğrusu Nihal Bengisu Karaca ile Ayşe Böhürler kendilerine ‘sağlam’ bir yandaş daha bulmuş oldular. Onları Dilek Önder’in ateşinden koruyor. Hatta bir defa yine ‘Dansetmek dikey bir ilişki türüdür’ diyen imamı haklı bulan Dilek Önder yine karşısında Ruhat Mengi’yi bulmuştu. Demek ki hayat tarzları uysa da frekansları tutmuyor. Dilek Önder en azından ideolojik çelişkilerden kurtulmuş. Kendisi başka türlü yaşasa da dobra dobra karşı tarafta veya kendinde gördüğü çelişkileri analiz edebiliyor ve üzerine gedebiliyor. Ruhat Mengi ise ideolojik tarafgirlikten hâlâ kurtulamamış vaziyette ve bundan dolayı hakikatları ideolojisine göre eğip bükebiliyor. Belki de Ayşe Böhürler ile Nihal Bengisu Karaca ile arasındaki ortak payda da bu.
Ayşe Böhürler ve Nihal Bengisu Karaca ile Ruhat Mengi arasındaki ortak noktalardan birisi her iki tarafın da başörtüsüne bir görevden ziyade, kişisel tercih olarak bakmaları. Bu hususta iyi anlaşıyorlar. Bundan dolayı Böhürler geçmişte Hürriyet gazetesinde yayınlanan bir mülâkatında başörtüsü meselesinde çocuklarına telkinde bulunmayacağını, kişisel karar ve tercihlerine saygılı olacağını söylemişti. Demek ki dine seküler zaviyeden bakıyor. Tebliğ tarafı yok. Meyhaneye de gitse, camiye de gitse kişisel tercihi. Ayşe Böhürler, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına Gül’le alâkalı değil de toplumsal refleks ve ortamın hassasiyetiyle alâkalı olarak muhalefet etmiş. Bunun üzerine kendilerine ‘dinci’ diye hitap ettiği birileri veya bazı kesimler kendisine ‘sürtük’ diye sataşmışlar. Bilemiyorum böyle bir itiraz gerçekten de birilerini bu derece tahrik edebilir mi? Farz edelim ki, mahallede böyle birileri var. Nihal Bengisu Karaca gibi bunları mahalleli ile bir tarafa mahalleli olmayanla paylaşmanın ne gibi bir hikmeti, zarureti veya amacı olabilir? Neredeyse bu sözleriyle bütün millî basına malzeme oldu. Acaba bunun için mi şikâyetini mahalle dışındakilere de aksettirdi ve paylaşma ihtiyacı hissetti?
Yaklaşık iki aydır AKP ile ilgili yazılar yazıyorum doğrusu ona yapılan seviyede seviyesiz bir tepkiye muhatap olmadım. Öyleyse kim bunlar deşifre etsin ve mahalleli dış basın yerine mahkemelerde hakkını arasın. Ya da gündeme gelmek için iki de bir bu meseleleri kurcalamasın. Ruhat Mengi bu tür yazılardan hoşlanabilir, ama kendi adıma hoşlanamıyorum. Ya da topluca Ahmet Hakan’ın yanına geçerek istediği gibi istediğini yaşasın. Kim itiraz edebilir? Kimse zaten sizin yaşantınıza karışmıyor. Ama bizim mahalleyi de takıntılarınıza alet etmeyin. Ya da mahalleli adabına uyun.
***
Böhürler, Prof. Şerif Mardin’in toplumsal değişimi tersine okumanın bir sonucu olarak ortaya attığı ‘mahalleli baskısı’ tabirini kendi durumuna uyarlıyor. Tazallum hali izhar ediyor. Şerif Mardin’in tesbiti makusuyla mütenasiptir. 1980’li yıllardan itibaren toplumun pozitif ve müsbet baskısı negatif ve menfi hale dönüşmüştür. Bizzat Böhürler ve Bengisu gibiler de bunun bir dolaylı ürünüdür. Pozitif baskı negatif baskıya dönüşmüştür. Emri bil’l maruf nehyi ani’l münker bitmiş ve günaha günah denemez duruma düşülmüştür. Ahirzaman erkeği, ya eşi, ya çocukları ya da eşi olmazsa anne babası, o da olmazsa komşuları tarafından yoldan çıkarılacaktır... İhtiyaç olmayan ihtiyaçlar ya da suni ihtiyaçlar için erkeği haram peşinde koşturacaklardır. Peygamberimizin ahirzamanla ilgili haber verdiği ve yaşadığımız dilime mutabık olan hakim mahalle baskısı ve paradigması budur. Anlayacağınız, mahalleli baskısı tersinden işliyor. Değişen şartlar çerçevesinde Peygamberimizin haber verdiği ahirzamandaki mahalleli baskısı budur. Hülya Koçyiğit, Türkan Şoray gibi aktristler geçmişte cemiyet baskısı nedeniyle hayatlarını yaşayamamaktan şikâyet ediyorlardı. Bundan dolayı bütün kayıtlardan azat olmuş gençliğe özeniyorlardı. Mahalle baskısının tersine dönmesi sonucunda, 1980’den itibaren Türkan Şoray hayatındaki bazı kayıtlara ve sınırlamalara son vermişti. Bunlar arasında olan ve hâlâ da Bollywood gibi pagan bir toplumun sinema sektöründe geçerli olan ‘öpüşme’ yasağını delmişti. Bu aykırı vetire ve sürecin sonucunda şimdi ise adeta göğüs çatallarını göstermeyenler ayıplanıyor. Mahalleli baskısı varsa işte budur. Şerif Mardin Hoca yaşlandı veya toplumu okuyamaz ve takip edemez oldu ya da ne dediğini bilmiyor. Zaten AKP’lilerin mahalle baskısına rağmen dönüştüğünü kendisi söylemiyor muydu? Emre Aköz de Hoca’nın bu şaşı bakışına itiraz etti.
***
Dilek Önder gibi kendisi farklı olsa bile Emre Aköz de kitabın ortasından konuşuyor. Kızılderililerin ifadesiyle çift dilli değil. 1 Temmuz 2007 tarihli ‘Onlar asla ikna olmaz’ yazısında bu değişimi görmek istemeyenlerin kör gözlerine parmağını sokuyor: “Deniyor ki ‘AKP’nin taban kadrolarını Millî Görüşçüler ele geçirdi’ Bu iddialarına bir de ‘kuramsal’ dayanak buldular: Din sosyolojisinin en önemli adlarından Prof. Şerif Mardin’in bir süre önce, ‘Mahalle baskısı, partiyi siyasal İslâm’a çekebilir... Parti üst yönetimi de bu baskıya boyun eğebilir’ demesi.
Bence gerçek tam tersi...
Süreç öbür yana doğru işliyor:
1) Gayet iyi örgütlenmiş bir parti olan AKP; içe kapanık, aşırı muhafazakâr ya da din devleti isteyen kesimleri bile yerel ve ulusal siyasete katarak modernleştiriyor ve demokratlaştırıyor. Kadınlar ve erkekler bir araya gelerek çeşitli sorunlara çözüm arıyor, projeler yürütüyor. Siyaset yapmak, oy toplamaya çalışmak kendilerinden farklı olan kesimlere karşı daha hoşgörülü olmalarını sağlıyor.
2) Hükümetin ekonomi ve eğitim politikaları da muhafazakâr kitlelerin yeni teknolojilerle ve yaşam biçimleriyle tanışmasına yol açıyor. Meselâ bu dönemde 5 milyon kişi hayatında ilk defa uçağa bindi! Okullara dağıtılan 500 binden fazla bilgisayar sayesinde doğu bölgelerinde yaşayan çocuklar dahi “e-mail” adresine sahip oldu.
Saadet Partisi, AKP’yi niye ‘ahlâkî’ açıdan eleştiriyor sanıyorsunuz? Çünkü Milli Görüşçüler, bu dönemde yaşanmakta olan ve kendi tabanlarını aşındıran modernleşme sürecinden rahatsız...”
27.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|