Üzülerek ifade etmek gerekir ki, 21. yüzyılda insanlığın büyük ekseriyeti hayvanlar âleminden uzaklaşmıştır. Bunun çok sebepleri vardır. Bir tanesi apartmanlar dünyası bizi çok uzaklaştırdı. Hayvanlar bizi, biz ise hayvanları tanımaz olduk. Hatta okullarda okuyan çocukların çoğu hayvanların isimlerini duymuş, fakat kendilerini tanımazlar. Halbuki mazideki dünyamızda ve kitaplarımızda hayvanlar için özel yerler vardır. Dahası hayvanlar da Cennete gireceklerdir. TV seyretmeye vakit bulamıyorum, eğer bulursam hayvanlara ait yabancıların çektiği hayvanlarla ilgili belgeselleri ibret ve hikmetle seyretmekteyim.
Hayvanlar âleminin sırları asırlar boyu hâlen çözülememiştir. Başta Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) Efendimiz ve Hz. Süleyman (as) gibi peygamberler, onlarla lisanen konuşmuşlar ve konuşturulmuş. Düşünürüm, bütün hayvanlar konuşsaydı ne olurdu acaba? Gönül sultanları eserlerinde hayvanlara çok yer vermişler. Bediüzzaman Hazretleri çok risâlelerinde hikmetleriyle zikrediyor. Meselâ;
“…insanda ve hayvanda ‘sâika’ ve ‘şâika’ namıyla, aynı sâmia ve bâsıra gibi iki hiss-i âhari ilmen bulmuştum. Ehl-i dalâlet ve ehl-i felsefe, o gayr-ı meş’ur (şuur harici) hislere, hata ederek, ahmakçasına, ‘sevk-i tabiî’ diyorlar. Hâşâ, sevk-i tabiî değil, belki bir nev'î ilham-ı fıtrî olarak, insan ve hayvanı kader-i İlâhî sevk ediyor.
“Meselâ, kedi gibi bazı hayvan, gözü kör olduğu vakit, o sevk-i kaderî ile gider, gözüne ilâç olan bir otu bulur, gözüne sürer, iyi olur.
“Hem rû-yi zeminin sıhhiye memurları hükmünde ve bedevî hayvânâtın cenazelerini kaldırmakla muvazzaf kartal gibi âkilüllâhm (etçil) kuşlara, bir günlük mesafeden bir hayvan cenazesinin vücudu, o sevk-i kaderî ile ve o hiss-i kablelvuku ilhamıyla ve o sâika-i İlâhî ile bildirilir ve bulurlar..”1
Geçtiğimiz yıllarda gerek Türkiye’de, gerekse Güney Pasifik Okyanusu’ndaki deprem ve denizin karaya çıkması hadiselerinde hayvanların bağırmaları, kaçmaları anlata anlata bitirilemiyor. Gölcük depreminde gecenin karanlığında kediler, köpekler ve ahır hayvanları bağırmışlar kaçan kaçmış, ondan sonra deprem olmuş. Güney Asya’daki denizin karaya çıkmasından bir müddet önce en çarpıcı olay; zincirlere bağlı olan fillerin zincirleri kırması, tepelere koşması ve kendi bakıcılarını da sürükleyerek kurtarmalarıdır.
Medeniyet ülkesi kabul edilen Hollanda’nın bir bölgesinde bir tür sinek, ilaçlama ile imhâ edilmiş. Bu tür milyarlarca sineğin imhasından sonra, orada sârî hastalıklar zuhur etmiş. İlim adamları araştırmışlar, “Meydana çıkan o hastalık mikroplarını ancak öldürdüğümüz sinekler imha edebilir, o mikroplar onların yemi imiş” derler. Bunun üzerine Afrika’ya gidiyorlar, oranın ormanlarından aynı tür sinek getirerek, döllendirerek, çoğaltarak o hastalıktan kurtuluyorlar.
Şimdi, bu hikmetleri ve vazifeleri anlatılırsa, o vakit insan bu masum hayvanları nasıl öldürecek? Hayvan öldürmeyen insan, karşısındaki insanı nasıl öldürecek? Çünkü bu hikmetini çözemediğimiz hayvanların görevlerinden birisi hem dünyadaki dengeleri sağlamak, hem de eşref-i mahlûkat olarak yaratılan insana kudret-i İlâhiyenin emriyle hizmet etmektir. İnsan hizmetçisine nasıl zulüm eder ve katl eder?
Hayvanları öldürenlerin ve dövenlerin kulakları çınlasın. Her hayvan, Bediüzzaman’ın yengesi merhum Rabia Ünlükul annemizin kedisi gibi olamaz ki. Kendilerinden dinledim: Kedisi, seccadesini kirlettiği için dövmüş. O Van kedisi de bir km mesafeye gidip Norşin Camii’nde Hz. Bediüzzaman’a şikâyet ederek evi terk etmiş ve Hz. Üstad’ın kedisi olmuş.
Evet, bu mânâdaki hayvanlar dünyasının neresindeyiz?
Dipnotlar:
1- Mektûbât, 28. Mektub, Birinci Mesele
07.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|