Lügatte güvenmek, dayanmak, işi Allah’a bırakmak, neticeyi, sonucu Allah’tan bilmek anlamına gelmektedir. Tevekkül, kadere rıza ve Allah’ın hikmetine güvenmek anlamına gelmektedir.
Gerçekte tevekkül ise, dünya ve ahirete ait hususlarda Allah’ın emir ve yasaklarına, “Âdetullah” ve “Sünnetullah” denilen tabiatta cârî olan kanunlara lâyıkıyla uymak ve neticeyi Allah’tan beklemektir. İşin başında tevekkül ediyorum diye çalışmayı terk etmek tembellik, mevcut ile yetinmek ise himmetsizlik ve gayretsizliktir.
Bediüzzaman Hazretleri tevekkülü şöyle tarif eder: “Tevekkül esbâbı bütün bütün terk etmek değildir. Belki, sebepleri kudret elinin perdesi bilerek riâyet etmek, sebeplere sarılmayı ise bir nev’î fiilî duâ telâkki ederek sonucu yalnız Allah’tan istemek ve neticeleri O’ndan bilmek ve O’na minnettar olmaktan ibarettir.”1
“Teşebbüsü’l-esbâb min süneni’l-mürselîn” denilmiştir. Yani, sebeplere sarılmak peygamberlerin sünnetidir. Bütün peygamberler sebeplere tam sarılmışlar ve bütün himmet ve gayretleri ile çalışmışlardır. Tebliğ vazifesini yaparken aklın gerektirdiği bütün tedbirlere başvurmuşlar ve bütün sebeplere sarılmışlardır. Sonucu ise Allah’tan beklemişler ve neticeye kanaat etmişlerdir.
Tevekkülün dört şartı vardır:
1. Sebeplere sarılmak: Allah dünyada sebepler vasıtası ile iş yapmaktadır. Bu bakımdan sebeplere sarılmak Allah’ın koyduğu kurallara ve kanunlara uygun hareket etmek demektir. Peygamberlerin sünneti ve yolu budur.
2. Azimli ve gayretli olmak: Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de “Önce azmedin ve gayret gösterin, sonra Allah’a güvenin. Allah kendisine dayanan ve güvenenleri sever”2 buyurur.
3. Tedbir almak: Tedbirli olmak ve işler sarpa sarmadan aklın gerektirdiği şekilde davranmak gerekir. İslâm bilginleri “Tedbir gibi akıl yoktur” buyurmuşlardır. Peygamberimiz (asm) devesini dışarıda bağlamadan bırakan ve “Ben Allah’a tevekkül ettim” diyen birisine “Önce deveni bağla, sonra Allah’a tevekkül et” buyurmuşlardır.3
4. Çalışmak: Allah insana çalışmak için akıl, sıhhat, el ve ayak vermiştir. Bütün hayırlı işler çalışma sonucu kazanılır. Günahların ve zararların, insanı cehenneme götüren sebeplerin başında tembellik gelir. Çalışmak farzdan önce farz, tembellik ise günahların en büyüklerine sebep olduğu için günahlardan büyük günahtır. Nitekim yüce Allah “Kişiye çalıştığının karşılığı vardır; kul çalışmasının karşılığını mutlaka görecektir”4 buyurur.
Bu şartlara uygun bir tevekkül anlayışı ile Allah’a güvenenler için Peygamberimiz (asm) “Sizler hakkıyla Allah’a tevekkül etmiş olsaydınız, kuşlar gibi rızıklandırılırdınız. Onlar aç olarak yuvalarından çıkarlar, karınları dolu olduğu halde yuvalarına dönerler”5 buyurmuşlardır. Yüce Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’de istediği tevekkül de budur: “Kim Allah’a tevekkül ederse Allah ona kâfidir.”6 “Mü’minler o kimselerdir ki Allah’ın adı anılınca kalpleri titrer, Allah’ın âyetleri okununca imanları artar ve Allah’a tevekkül ederler.”7 “Mü’minler sadece Allah’a dayanıp güvensinler.”8 Bu âyetlerde istenen tevekkül, yukarıda şartları belirlenen tevekküldür. Tembelkârâne bir tevekkülün İslâmda yeri yoktur.
Kadere inanan ve Allah’a güvenen bir insan çalışma gayreti içinde olur. Çünkü çalışmalarının sonuçsuz kalacağı korkusuna asla kapılmaz. Böyle olunca da ümitle ve gayretle çalışır. Allah’a güvenerek çalışmasını sürdürür. Çalışan ise bu gün olmazsa yarın mutlaka sonuç alacaktır. Böylece tevekkül, tembelliğin değil çalışma ve gayretin ünvanıdır. Kişi Allah’a güvenerek sebeplere sarılacak, bütün ön çalışmalarını yapacak, tedbirlerini alacak ve elinden gelen gayreti gösterecektir. Sonucu ise Allah’tan bekleyecektir. İyi olursa Allah’a şükredecek ve ona minnettar olacaktır, sonucu iyi olmazsa neticeye kanaat edecek ve rıza ile karşılayacak ve ümitsizliğe düşmeyecektir. Tevekkül budur.
Çiftçinin tarlayı ıslâh etmesi ve tohum ekmesi, talebenin derslerine günü gününe çalışması, hastanın şifa araması ve mü’minin imanını güçlendirmeye ve ibadete gayret etmesi, hep tevekkül çerçevesinde değerlendirilecek hususlardır. Çalışmaya tembellik ederek rızık beklemek, ibadete tembel davranarak cennet beklemek ahmaklık ve akılsızlıktır. Çiftçi, Allah’a güvenerek tohum eker, rızık Allah’tandır. Doktor, Allah’a güvenerek ameliyat yapar, şifa Allah’tandır. Eceli gelmişse, ölüm de Allah’tandır. Mü’min Allah’a güvenerek ibadete koşar, cennet ve saadet-i ebediye Allah’tandır. Kul üzerine düşeni yaptıktan sonra neticede kadere itimat ederek sonucu kanaat ve rıza ile karşılayacaktır. “Rabbim, beni benden ziyade düşünür. Benim hakkımda ne dilemiş ise o hayırlıdır” diyerek ümitsizliğe düşmeden şevkle çalışacaktır.
İslâm bilginleri ve sahabeler kulluk edemediklerinden dolayı üzülür, sıkılır ve istiğfara devam ederlerdi. Hz. Ömer (ra), adaleti yerine getirmek amacı ile gece uyumaz, gündüz rahat etmezdi. “Gündüz uyursam dünyamı, gece uyursam ahiretimi kaybederim” derdi. Kendisine sordular: “Sen cennetle müjdelenen aşere-i mübeşşereden değil misin? Nedir bu telâşın?” Cevap verdi: “Evet! Ancak siz bunu yanlış anlamışsınız. Allah’ın bu va’di şartlara bağlıdır. Söyler misiniz, Ömer zulme başlarsa ve namazı terk ederse yine Cennete girer mi?”
İşte tevekkülün en güzel örneği budur.
Dipnotlar:
1- Sözler, 292
2- Âl-i İmran, 3:159
3- Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyame, 60
4- Necm, 53:39-40
5- Tirmizi, Zühd, 33; İbn-i Mâce, Zühd, 14
6- Talak, 65:31
7- Enfal, 8:2
8- Âl-i İmran, 3:122
07.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|