Dünyanın bir imtihan meydanı olması ve insanın da istidat ve kabiliyetlerinin inkişafı için pek çok belâ ve musibetlere maruz kalmasını değerlendiren Bediüzzaman;
“Bırak biçare feryadı, belâdan kıl tevekkül. Zira feryat, belâ ender hata ender belâdır bil.
Belâ vereni buldunsa eğer, safâ ender vefâ ender atâ ender belâdır bil.
Madem öyle, bırak şekvâyı, şükret; çün belâbil, demâ keyfinden güler hep gül mül.
Ger bulmazsan, bütün dünya cefâ ender fenâ ender hebâ ender belâdır bil.
Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçücük bir belâdan, gel tevekkül kıl
Tevekkül ile belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.”14 dedikten sonra Mevlânâ Celâleddin’in bir mısrasını alarak şöyle der:
“Üstadlarımdan Mevlânâ Celâleddin’in nefsine dediği gibi dedim:
‘O, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ dedi. Sen ey nefis ‘Belâ’ dedin.
Yaratılmış olmanın, kul olmanın şükrü olarak Rabbine ‘Belâ’ dedin.
‘Belâ’ demenin sırrının ne olduğunu bilir misin? Bu, belâ çekmektir.
Belâ ve musibetlerle nefsin aczini anlar, Allah’a dayanır ve hiçliğini bilir.”
Bediüzzaman bu ifadeleri tasdik eder ve nefsinin dahi “Evet, evet! Acz ve tevekkül ile, fakr ve ilticâ ile nur kapısı açılır ve zulmetler dağılır” dediğini belirtir.15
Bediüzzaman’ın, Allah’a kavuşmak ve rızasına ulaşmak için bulduğu yol “Acz, fakr, şefkat ve tefekkür”16 yoludur. Acz nefsin, fakr ruhun, şefkat kalbin ve tefekkür aklın yoludur. Her birisi bu yol ile Allah’ı bulur ve Allah’ın rızasına erer. Böylece sadece kalp ayağı ve aşk yolu ile değil, akıl, nefis, ruh ve kalp birlikte Allah’a ulaşan Kur’ânî bir caddeyi yine Kur’ân-ı Kerim’den çıkararak insanın önüne koyar. Böylece Peygamberimizin (asm) “Müjdeler olsun o gariplere”17 hadisinin sırrını da ortaya koyar.
Mevlânâ, aşk yolunu bulmuştur. Bediüzzaman’a göre ise şefkat, aşk ve muhabbetten çok daha parlak, nezih ve ulvîdir. Şefkat bütün envâı ile lâtif ve nezihtir. Hem şefkat pek geniştir. Bir zat, şefkat ettiği evlâdı münasebeti ile bütün yavrulara, hatta ziruhlara şefkatini ihata eder. Hem şefkat daha hâlistir, mukabele istemiyor, ivazsız ve garazsızdır. Hayvanâtın en âdî mertebesinde olan varlıkların şefkatleri buna delildir. Aşk ise ücret ister, mukabele görmek ister. Aşkın ağlamaları, bir nev'î taleptir, bir ücret istemektir.18
Bediüzzaman tarikatın “dünyayı terk etme” mesleğini de tadil eder. “Terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hestî, terki terk” mesleği yerine “Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak ve şevk-i mutlak” prensiplerinin daha güzel ve Kur’ân’ın mesleğine daha uygun olduğunu izah eder.19
Bediüzzaman’a göre insan yalnız kalpten ibaret değildir. “İnsanın akıl, ruh, sır, nefis gibi vazifedar letâifi ve hassâları vardır. İnsan-ı kâmil odur ki, bütün o letâifi, kendine mahsus ayrı ayrı tarîk-i ubudiyette, hakikat canibine sevketmek ile Sahabe gibi geniş bir dairede, zengin bir sûrette; kalp bir kumandan gibi letâif askerleri ile kahramanâne maksada yürüsün. Yoksa kalp kendini kurtarmak için askerlerini bırakıp tek başıyla gitmek, medâr-ı iftihar değil, belki netice-i ıztırardır.”20
Bediüzzaman yine “dünyayı terk etme mesleği yerine”, dünyayı anlama ve dünyanın ahirete bakan ve esmâ-i İlâhiyeye âyine olan yüzüne önem vermeyi tavsiye eder. Dünyayı üçe ayırır. Dünyanın günahlara dönük olmayan, ahirete bakan ve esma-i İlâhiyeye mukabil olan yüzünü sevmek, noksaniyet sebebi değil, belki kemâl vesilesidir. Bu iki yüzde ne kadar ileriye gidilse o derece ibadet ve marifetullahta ileri gidilir. Sahabeler de dünyanın bu iki yüzüne bakmışlar, dünyayı ahiretin tarlası görüp ekip biçmişler. Mevcudâtı esmâ-i İlâhiyenin aynası görüp, müştâkâne temaşa edip bakmışlar.21
Bediüzzaman’a göre, sahabe mesleği; imana ve Kur’ân’a hizmet ve dünyanın ‘ahiretin tarlası ve Allah’ın isimlerine ayna olan’ iki yüzüne bakarak mârifetullahta ve ibadette terakkî ve tekâmül etmek, her şeye Allah hesabına bakarak Allah rızasına vesile kılmaktır.
Bediüzzaman ve Mevlânâ
Bediüzzaman “Mevlânâ benim zamanımda gelseydi Risâle-i Nur’u; ben onun zamanında gelseydim Mesnevî’yi yazardım. O zaman hizmet Mesnevî tarzındaydı; şimdi ise Risâle-i Nur tarzındadır” demiştir.
Bediüzzaman, Mevlânâ’dan 671 yıl sonra doğmuştur. Bu ise yaklaşık 700 sene demektir. Bediüzzaman ve Mevlânâ bulundukları asırların mücedditleri, maneviyat ve ruh doktorlarıdır.
Mevlânâ, o zamanın deccalı Cengiz’in tahribâtını tamir etme misyonunu yüklenmiştir.22 Bediüzzaman ise Ahirzaman Deccal ve Süfyan’ın tahribâtını tamir görevini üslenmiştir.
Mevlânâ, tahribat Fars dili ile yapıldığı için ve hastalık Uzakdoğu ülkelerinden geldiği için eserini Farsça yazmıştır. Bediüzzaman, tahribat Türkçe ile yapıldığı ve Türkler içinde çıktığı için eserini Türkçe yazmıştır.
—Devam edecek—
Dipnotlar:
14- Mektubat, (2001-İstanbul) s.29
15- Mektubat, 30
16- Sözler, 435-436
17- Müslim, İman, 232; Tirmizi, İman, 13
18- Mektubat, 34-35
19- Mektubat, 24–25
20- Sözler, 456
21- Sözler, 456
22- Peygamberimiz (asm) “Uzun zaman Abbasi hilâfeti devam edecek, sonra o saltanat deccal eline geçecek” (Kenzu’l-Ummal, 14:271; Şuâlar, 348) buyurmuşlardır. Abbasileri yıkan ise Cengiz’in ordularının başında olan Hülagu olduğu tarihen sabittir. Demek ki Cengiz deccallardan birisidir.
06.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|