Nefis, topraktan yaratılan insan bedeni olup bedensel zevklerin kaynağı denebilir. Yemek, içmek, giyinmek, görmek, koklamak, dokunmak, tatmak gibi insana zevk veren duygular ancak maddî bedenle gerçekleşir. Ruhun bu zevkleri tatması için yüce Allah bedende her duyguya uygun zevki alabilecek birer aza görevlendirmiştir. İnsan ruhu, bu aza ve âletlerle kâinatı ve varlığı algılar. Bunlar göz, kulak, burun, dil ve deridir. İnsan harici âlemde Allah’ın yarattığı varlıkları bu âletler ile görür ve o âlemlerden istifade eder. Göz ile renkler ve şekiller âlemini, kulak ile sesler âlemini, dil ile tatlar âlemini, burun ile kokular âlemini, deri ile de ısı, katılık, yumuşaklık gibi varlıkları hisseder ve anlar. Bir azası eksik olanın, ruhu mükemmel de olsa istifadesi imkânsız olur.
Nefis, nefsânî duygular dediğimiz yemek, içmek, görmek, işitmek vb. duygularla beslenir. Nefsin ölmesi insanın bu gibi duygularının çalışmaması demektir. Meselâ insan hasta olduğu ve büyük bir sıkıntı içinde bulunduğu zaman nefsânî duygular uykuya çekilir, yani bir nevî ölür. Nefsi öldürmek ise bu duyguları işlevsiz hale getirmek demektir.
İnsanı saray gibi bir binaya benzeten Bediüzzaman, o sarayın ehlini ve sakinlerini “insandaki göz, kulak, kalb, sır, ruh, akıl gibi letâif ve nefis ve hevâ ve kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiye gibi şeylerdir. Her bir insanda her bir lâtifenin ayrı ayrı vazife-i ubudiyetleri var. Ayrı ayrı lezzetleri, elemleri var. Nefis ve hevâ, kuvve-i şeheviye ve gadabiye, bir kapıcı ve it hükmündedirler”1 şeklinde ifade ederek, Allah’ın insana nefsi verme amacının insan ruhunu barındıran beden sarayını korumak olduğunu ifade etmektedir.
Dolayısıyla beden sarayında padişah hükmünde olan ruhun, vezir mesabesinde olan aklın ve kalbin terakkî ve tekâmülünü sağlamak ancak nefsin görevini amacına uygun yapmasına bağlıdır. Beden sarayını koruma amacı ile tutulan bir bekçinin, yönetimi ele geçirerek ruhu ve aklı esir alması ve kalbi istediği gibi yönlendirmesi elbette büyük bir yıkımdır. Bu, insanın amacından sapması ve Yaratıcının hikmetine aykırı davranmasıdır. “İşte o yüksek letâifi nefis ve hevâya musahhar etmek ve vazife-i asliyelerini unutturmak, elbette sukuttur, terakkî değildir” ifadesi bunu anlatmaktadır.
İnsanın değeri beden ve nefis yönü ile değildir. Beden yönü ile insanın sair hayvanlardan hiçbir farkı yoktur. İnsana değer veren insanın yüklenmiş olduğu kutsal ve önemli görevidir. Nasıl ki padişah ile köle insan olarak birdir; ancak yüklenmiş olduğu görev ve sorumluluk yönü ile makam ve mertebe sahibidirler. İnsan da bitkisel ve hayvânî yönü ile diğer canlılardan farklı olmamakla beraber Allah’ın sevgisine muhatap olma ve Allah’ın kendisine yüklemiş olduğu görev ve sorumluluk itibariyle diğer canlılardan ayrılmaktadır. Bu görev ve sorumluluğu yerine getirip getirmemesi ile ceza ve mükâfatı hak etmektedir. Ceza ve mükâfat da ancak sorumluluğun derecesine göredir.
İnsanı vazife sorumluluğundan alıkoyan en önemli husus nefsin zevklerine meftun olarak vazifesini unutması ve dünyanın nefsi cezbeden güzelliklerine ve nefsin ihtiraslarına esir olmasıdır. Bu durumda insan, Allah’ın kendisine bedenini koruması için verdiği öfke, neslinin devamını sağlamak amacı ile verdiği şehvet duygusunu da nefsinin emrine verir. “Esfel-i sâfilîne”, diğer hayvanlardan daha aşağı derekeye düşer ve Cehenneme ehil olacak derekeye sukut eder. Böylece ebedî cezayı hak eder.
Nefis devekuşu gibidir.2 Kendi menfaatine olan şeyi görür ve alır. Bundan dolayı nefis menfaatlerin kaynağıdır. Kişi menfaatini terk etme fedakârlığı göstermediği müddetçe nefsini mağlup edemez. Menfaatperest nefisperesttir.
İnsan “nisyan” kökünden gelen bir kelimedir. Bundan dolayı nisyana yani unutmaya müptelâdır; unutkandır. Nisyanın en kötüsü de nefsin unutulmasıdır.3 Nefisperest bir insana bir iş, bir ibadet teklif edildiği zaman başını havaya kaldırarak firavunlaşır. Ama bir menfaat dağıtımında liyakati ve hakkı olmadığı halde bir zerreyi bile terk etmek istemez. Nefsini ıslah eden ise hizmette ileri, ücrette geri durur.
Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de “Allah’ı unutan ve bu sebeple Allah’ın nefislerini unutturduğu kimseler olmayın. İşte fasıklar onlardır”4 buyurarak nefsi Allah’a ve dine hizmette unutanların fasıklar olduğunu açıkça ifade etmektedir.
Her varlık kendisinden üstün olana hizmet etmekle şeref sahibi olur. Varlıklar içinde en eşrefi insandır. Bunun için bütün varlıklar insana hizmet ederler. İnsan da ancak kendisinden üstün olan yüce Allah’a hizmet etmekle şeref kazanır. Allah’ı unutan elbette kendisinden daha aşağı varlıklara hizmet ederek insanlık şerefini ayaklar altına almış olur. Böylece nefis büyük bir zillete ve hakarete düşer. Ama ne var ki devekuşu gibi başını kuma sokarak kurtulma sevdasındadır. Hâlbuki bütün gövdesini dışarıda bırakarak avcılara kolay bir hedef olur.
Elhasıl, “Sen, eğer nefis ve şeytanı dinlersen, esfel-i sâfilîne düşersin. Eğer Hak ve Kur’ânı dinlersen âlây-ı illiyyîne çıkar, kâinâtın güzel bir takvimi olursun.”5
Dipnotlar:
1- Sözler (2004) s. 514
2- Mesnevi, (2006) s. 291
3- Mesnevi, 375
4- Haşr, 59:19
5- Sözler, 526
08.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|