Abdullah Gül, yaklaşık beş yıl önce, 3 Kasım seçimini takip eden günlerde başbakanlık görevini üstlendiğinde “Gündemin birinci maddesi AB” şeklinde açıklamalar yapıyordu.
Ve bu çerçevede, o günlerin en sıkıntılı konularından birini oluşturan DGM’ler sorununun çözümüne öncelik vereceklerini söylüyordu.
Hatırlanacağı gibi, kuruluş gerekçesi münhasıran anarşi ve terörle mücadelede devletin elini güçlendirmek olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri, 28 Şubat sürecinde bu hedefin tamamen dışında kalan alanlara yönlendirilmiş; adeta düşünce ve ifade özgürlüğünün katledildiği engizisyon mahkemelerine dönüştürülmüşlerdi.
28 Şubat’ın haksız uygulamalarını eleştiren ve bu meyanda 17 Ağustos depremini “ilâhî ikaz” olarak değerlendiren Yeni Asya mensupları başta olmak üzere birçok fikir ve kalem ehli, mülga 163’ün yerine ikame edilerek uygulanan TCK 312’den DGM’lerde hesaba çekilip mahkûm edilmiş, hattâ gazetemiz imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular’a hükmedilen cezanın infazı dahi gerçekleşmişti.
AKP iktidarında, Gül’ün verdiği “DGM’leri kaldırma” sözü tutuldu. Yapılan anayasa değişikliği ile bu mahkemeler tarihe karıştı. Ayrıca TCK’nın yenilenmesi kapsamında, evvelce değiştirilmiş olan 312. madde tekrar değiştirildi.
Böylece DGM’ler eliyle ve 312 kullanılarak yapılan baskılar büyük ölçüde hafifledi. Ama tamamen kalkmadı. DGM’lerin yerine ikame edilen ağır ceza mahkemelerinde, 312’nin 216 olarak korunan yeni şekline istinaden yapılan tacizler yine sürdü.
Gerçekleşen iade-i muhakemelerde Kutlular’ın ve yazarlarımız Sami Cebeci, Cevher İlhan ve Cemil Tokpınar’ın tekrar mahkûm edilmeleri, hattâ 2005’in ilk aylarında Cebeci ve İlhan’ın usulsüz şekilde gözaltına alınıp tutuklanarak 28-30’ar saatliğine dahi olsa cezaevine konulmaları, bu tacizlerin tipik örnekleriydi.
Gerçi bilâhare yapılan hukukî girişimlerle bu tacizlerin daha fazla uzamasına meydan verilmedi, ama iz ve tortu bırakan sıkıntılı hukuk ihlâlleri olarak kayıtlara geçtikleri de bir vâkıa.
İşin enteresan ve dikkat çeken tarafı ise, söz konusu ihlâllerin AB’den müzakerelere başlamak için tarih aldığımız, ama sonrasında AKP hükümetinin reform sürecinde anlaşılmaz bir şekilde frene bastığı 17 Aralık 2004 tarihini takip eden günlerde gerçekleşmiş olmalarıydı.
O günden bugüne geçen zaman zarfında, AB’nin müzakereler için verdiği 3 Ekim 2005’i de geride bıraktık. Ama müzakere sürecinde çok fazla mesafe alabildiğimiz söylenemez. Sadece bir fasılda müzakereler tamamlandı. Son olarak iki fasılda daha, Sarkozy’nin veto silâhını kullanmaması sonucu müzakerelerin açılacağı söylenmişti, ama ne aşamada olunduğuna dair kamuoyuna intikal eden bir bilgi yok.
Olayın en önemli boyutlarından biri de Türkiye kamuoyunda AB konusunun çoktandır neredeyse tümüyle gündem dışı kalmış olması.
Bunun sebebi olarak seçimler gösteriliyor. Ama hükümetin yaklaşık üç yıldır sergilediği rehavet ve isteksizliğin izahı hâlâ yapılmış değil.
Umarız, cumhurbaşkanı sıfatıyla “AB için bundan sonra çok daha aktif olacak, projenin bayraktarlığını bırakmayacağım” diyen Gül’ün mesajı, bu rehavetin terkinin de habercisi olur.
08.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|