Tarihin meşhur anaforları vardır. Her şey seyrinde akarmış gibi görünür ve o hizada bütün hesaplar alt-üst olur. Nehrin akışındaki anaforun mahiyetini bilmeyenler, genellikle kaybederler. Türkiye siyasetinin en önemli anaforlarından biri olan 12 Eylül ihtilâlinin öncesi ve sonrası anlatılmadan-anlaşılmadan, Türkiye´de demokrasiden bahsetmek abesle iştigaldir.
12 Eylül aynı zamanda tarihimizin karanlık bir kuytusudur. Millete oynanan oyunlar hâlâ o köşede hazırlanıyor. Ve seyircileri iğfal eden sihirbazlar, hâlâ o aydınlatılamayan izbelerde milleti teshir eden büyülerini hazırlıyorlar. O köşenin mutlaka aydınlatılması gerekiyor. Yarı mağarayı andıran bu vahşi ve sefil köşe aydınlanmadan, günümüz siyasetçilerinden inisiyatif bekleyenler, boşuna beklemiş olurlar.
Nisbî şeffaflığın, mertliğin, doğruluğun, asalet ve izzetin politikada kaybolduğu bu dönemi tahlil etmeden, mahiyetiyle yüzleşmeden Türkiye´de millete dayalı siyaset olmaz. Münafıklığın, ikiyüzlülüğün, takiyyenin, riyânın, ırkçılığın, mezelletin, yalakalığın ve muhbirliğin serapa cesetleşerek hortlaklar gibi politikamıza nasıl hakim olduğunu öğrenmeden, günümüz sihirbaz ve artistlerinin mahiyetini nasıl çözebiliriz ki? Zamanımızı karartan ve zeminimizi heyelanlarla mütemadiyen kaydıran birçok oyunların inşa edildiği o dönemle yüzleşmeden ne muasır medeniyetlere kavuşabiliriz ve ne de demokratik zemini yakalayabiliriz: Güneydoğu fitnesi, Ermeni meselesi, üniversitenin resmî ideoloji ocağı olması, dindarların rüşvete alıştırılması, günümüz ırkçılığının temeli olan Türk-İslâm sentezleri, doğudaki demokrat memurların batıya sürgün edilerek derin devletin kölelerinin buralara yerleştirilmesi, hukukun tasfiyesi ve ulusal bütünlüğümüze kastedecek güçlere ülkede üs verilmesi, hep bu dönemde oluştuğundan dolayı, o cinayetleri bilmeyen insanımıza 12 Eylül´ü anlatmadan, Türkiye´de demokrasiden bahsetmek yalnızca bir aldatmaca olmaz mı?
İhtilâl yapan paşaların hâlâ saygı gördüğü ve mütekait paşaları yedirmek, içirmek ve korumak için devletin trilyonlarca lira harcadığı, o günden bu yana ülkeyi dolandırıcılara peşkeş çekenlerin hâlâ günümüz hükümetlerinde yer alabildiği, ırkçılığın kutsandığı, milletvekillerinin atanma yolu ile belirlendiği, dinin ve dindarların istihzaya alındığı, Kemalizmin hâlâ her şeye besmele addedildiği, başbakan ve bakanların özel hatlarla global çetecilere bağlandığı ve millî geleneğin yasaklar kapsamına alındığı bir Türkiye´de, hangi yüzle demokrasiden bahsedeceksiniz ki? Millet olarak yüzümüzü kızartan ve dünyaya bizi gayr-ı ahlâkî gösteren bütün bu saydıklarımız, 12 Eylül´den sonra çoğalarak ve sürât peyda ederek devam ettiğinden diyoruz ki, söz konusu cinayetin mahiyeti mutlaka anlatılmalı. Tarihçilerimiz, sosyal analizcilerimiz, sinema ve tiyatrocularımızla edebiyatçılarımız, bu dönemi bir köşesi meçhul kalmamacasına bize anlatmalıdırlar.
Cuntaların emrine girmiş, bir ayağı Amerika´daki ihtilâlcilerin sarayında, diğeri bizdeki münafıkların zeminindeki politikacılara hâlâ rahmet okunuyorsa, burada çok büyük bir iğfal vardır. Çözümsüzlüğü, ümitsizliği, dış ve iç düşmanları millete göstererek; kaos, teslimiyet ve şova dayalı beyanlarla milleti perişan edenlerin nasıl kahraman ilân edildiklerini merak edenler, 12 Eylül’ü öğrenmeden hakikate ulaşamazlar.
Uzun süren bir istibdat… Hep ölümü göstererek millete deli gömleğini giydirdiler. Millet siyah-beyaz arasındaki tarafgirlik hastalığına yakalanmışcasına reyini bir çeyrek asırdır, kullana geliyor. Avrupa demokrasiyi yaygın bir hâle getirip, bireyi en üst tepeye de ortak etmeye çalışırken, 12 Eylülcüler parti krallarını yetiştirdiler. Önseçim, delege, parti içi demokrasi ve parti üyeleriyle paylaşım, 12 Eylül öncesinin hanesine yazıldı. Kemalizm ve onun dışarıdaki ortakları, piyon başkanları seçtiler, başkanlar da milletvekillerini veya belediye başkanlarını… Parti başkanının rızası her şeyin önüne 12 Eylül´den sonra geçti. Bu diktatörlük, bulaşıcı bir hastalık gibi, Türkiye’nin bütün kurul ve kurumlarına öldürücü zehir gibi sızdı. Türkiye’nin şu perişan hali bunu göstermiyor mu?
12 Eylül anlaşılmadan, bunun olamayacağını tecrübelerle yaşıyoruz. Çoğu bizim kuşaktan beş vakitli, terbiyeli ve güvenilir bilinen arkadaşlarla 370 milletvekili oluşturan meclisler; demokrasi, millet menfaati, adalet ve dünya medeniyeti istikametine kayda değer bir adım atamadılar. Çözümsüzlüğü, kaosu, problemleri ve sebep oldukları musibetleri başkalarına fatura etmek ve icra makamını ağlama duvarına çevirmek, işte bu arkadaşlarımız döneminde oldu. Öyle ise, çözüm sağlam zemini bulmaktan geçiyor. 12 Eylül´ün zeminimize yığdığı bunca yalan, takiyye, dahilî-haricî mafya, dini dünyaya tercih ve Kemalizm çığları temizlenmeden, etrafımızı doğru göremeyiz ve bizi insanlığa götürecek yolu da açamayız. Öyle ise, 12 Eylül ihanet ve cinayetinin mahiyetinin ortaokullardaki talebelere varıncaya kadar anlatılması, hadisenin olmazsa olmaz şartıdır. 12 Eylül´ün bir nevî tahkimi olan 28 Şubat´tan da istifade ederek, durumdan vazife çıkaranlar, Talut´un askerleri gibi yasak nehre koşanlar, Ayneyn Tepesini bırakıp ganimete meyledenler ve Süfyanın bu musibetzede millete oynadığı oyunu fark edemeyenler veli de olsalar, muvaffak olamadıkları gibi, manevî sorumluluktan da kurtulamazlar.
Bilhassa siyasete ilgi duyan ve siyasî tartışmalara kulağını ve kalbini kapamayanları 12 Eylül’ün mahiyetini öğrenip-anlatmaya dâvet ediyoruz. Bu millî seferberlik, Âlem-i İslâmı da mezellet ve yangınlardan kurtaracaktır. İnanıyorum ki; Afganistan, Irak ve Pakistan’daki felâketlerde 12 Eylül’ü anlamayan ve anlatmayanların da payı olacaktır. İnsaniyet ve İslâmiyet düşmanlarının bugünkü cinayetlerini tâ o zamanlarda plânladıklarını söyleyenlerin de dayandıkları doğrular vardır. Öyle ise, millet olarak 12 Eyül’ü deşifre etme seferberliğini başlatmak ve yaygınlaştırmak üzerimize vacip olmuştur.
07.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|