AKP’nin beş yılı aşkın iktidarında, daha da katılaştırılıp yaygınlaştırılarak uygulanan başörtüsü yasağından dolayı birçok yeni mağduriyet olayı yaşandı. Ve bu durum karşısındaki çaresizliklerini, gazetecilerin önünde gözyaşı dökerek açığa vuran parti yöneticileri dahi oldu.
Ama Başbakan başta olmak üzere, parti ve hükümetin ileri gelenlerinin, öyle iz bırakacak bir duyarlılık sergilediklerini pek hatırlamıyoruz.
Tam tersine, özellikle 22 Temmuz seçimi öncesinde verdikleri mesajlar, “Bizim başörtüsü için bir taahhüdümüz hiç olmadı” şeklindeydi.
Ama son günlerde Başbakanın sıklaşan mağduriyet olaylarına özel ilgi gösterdiği, bu meyanda Kozan’da sahneden indirilen, Erzurum’da ise yanıltılarak erkeklerin karşısında başını açmak durumunda bırakılan iki ayrı öğrenciyle ailelerini arayıp “tesellî” ettiği duyuruldu.
Bu telefonlara ilişkin haberlerde, Başbakanın görüştüğü öğrencilere ve ailelerine “Biraz daha sabredin, bu haksızlık mutlaka sona erecek” şeklinde mesajlar verdiği de ifade edilmekte.
Bu mesajların iki ayrı yorumu yapılıyor.
Biri; bu tesellîlerle, söz konusu talihsiz olayların mağdur kitlelerde yol açtığı büyük infial teskin edilmiş, yatıştırılmış, frenlenmiş oluyor.
Diğeri; “Bu haksızlık bitecek” beyanıyla, meselenin yakında gündeme gelmesi beklenen anayasa değişikliği çerçevesinde çözümünün düşünüldüğü yönünde bir netice çıkarılıyor.
Ancak bu sorunu anayasayla halletme düşüncesi sıkıntılı ve problemli bir konu. Ayrıca, anayasada yapılması öngörülen düzenlemenin üniversitelerle sınırlı olması sıkıntının bir diğer boyutu.
Meselâ, anayasaya “Üniversitelerde kılık kıyafet serbesttir” gibi bir madde konulması, Başbakanın telefonla arayıp tesellî etmeye çalıştığı imam hatip lisesi öğrencilerinin mağdur ve yasaklı durumunu daha da perçinleyip kalıcı hale getirmeyecek mi?
O değişiklik yapılırsa Başbakan o öğrencilere yeniden telefon açıp, “Başınızı örtebilmeniz için üniversiteyi kazanmanız gerekir” mi diyecek?
Yasağı evvelâ üniversitelerde kaldırmak, kademeli ve tedricî bir çözüm stratejisinin parçası olarak düşünülmüş olabilir belki.
Ancak bunu, anayasaya özel bir madde koyarak yapmanın isabetli ve işe yarar bir sonuç getirmesi doğrusu son derece şüpheli.
Evet, anayasanın değişmesi lâzım. Ama bu değişikliklerin sistemde ve kurumların yetkileriyle işleyişini düzenleyen kurallarda yapılması gerekiyor. Çünkü sorunun asıl kaynağı oralarda.
Söz gelişi, Anayasa Mahkemesinin, mevcut anayasayla bile yasaklanan “kendisini kanun koyucu yerine koyup hüküm ihdas etme” tavrına meydan vermeyecek bir düzenleme lâzım.
Aynı şekilde YÖK’ün, yerine göre Meclisi de, hükümeti de “takmayan” bir kurum olmaktan çıkarılması, ama bunun bilim ve ifade özgürlüğüne zarar vermeyecek şekilde yapılması şart.
Bunlar uygun tarzda başarılabilirse, başörtüsü yasağının da dahil olduğu birçok haksız ve keyfî uygulamanın zemini kendiliğinden tükenir.
Son günlerdeki hava yeni gerilimleri tetikleyerek, sorunu anayasayla çözme girişimini de, kalıcı çözümleri de yine tıkama riskini haber veriyor. Köksal Toptan'ın “Türban maddesi anayasada inşallah olmaz” sözü boşuna olmasa gerek.
07.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|