Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 12 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Mikail YAPRAK

Uğurlu bir köy



Ahirzaman Müceddidi’nin, Erek dağından ve Van Kale’sinden uzanan engin ve nurlu bakışlarıyla buluşarak huzur ve sükûna kavuşan Van Gölü’nün dalgalarını, şarkın yalçın kayalıklarının rüzgârlarını, Trabzon’un dere ve tepeleriyle kucaklaştırmak, maddî sebepler tahtında imkânsız gözükse de, bunun mânen gerçekleştiğini mânevî gözleri açık olanlar gördüler.

Trabzon’a seyahatlerimin üçüncüsü farklı ve anlamlı mesajlarla yüklü oldu. Bu mesajları ve çağrışımları bu seyahate yükleyen sebepler arasında, şahsıma ve kalemime düşen hisseler, Erhamürrahimîn’in gizli ve tükenmez hazinelerinde saklıdır.

Seyahat sözcüğüne bakarak, Trabzon’a turistik geziler yaptığımız akla gelebilir. Ama öyle değil, her üçü de öyle olmadı.

Birincisi bir “imtihan” bahanesiyle, bir dostumun evinde bir iftar yemeği ve bir gece misafirlik… İkincisi Trabzon’dan Van’a “gelin” getirme macerası… Bu sonuncusu da bir “taziye” münasebetiyle gerçekleşti…

***

Uğurlu Köyü’nün Yeni Mahalle’sinde, sıra sıra dizilmiş hanedân evlerinde, minareli camide ve hemen yanındaki aile mezarlığında hüzün, ümit ve iman iç içe ve göğüs göğüseydi…

Yeryüzü yaza vedaya hazırlanırken, hazan ve hüzün mevsimi de ekşi fakat merhametli sadalarıyla “Geliyorum, hazırlanın” diyordu…

Aslında bu “Hazırlanın” uyarısı kabrin arkası için olsa gerekti. Çünkü bu dünyada her kışın ardından gelen bahar ve yaz geçicidir ve bir sonraki güz ve kışın habercisidir. Ama kabrin arkasındaki bahara ve yaza nihayet yoktur. Ehl-i iman ve ehl-i saadet için orada fırtına ve kış da yoktur.

Bir hadis-i şerife göre her sabah bir melaike çağırıyor:

“Ölmek için doğarak dünyaya gelirsiniz, harap olmak için binalar yaparsınız.”

Bediüzzaman, sergüzeşt-i hayatının mühim bir levhası olarak gördüğü Van hatıratında bir zatın bir fıkrasına yer verir:

“Eğer dostlardan müfarakat olmasaydı, ölüm ruhlarımıza yol bulamazdı ki, gelsin, alsın.”

İki yıldan beridir yakasına yapışan kanser hastalığına karşı iman gücüyle dayanan ablamız da, hasta haliyle en güzel ve ferahlı anlarını yine dost ve sevdikleri arasında geçirdi. Bir anlık ayrılığa tahammülü yoktu. Ayrı düştüğü anda ölümle yüz yüze geleceğini hissetmiş gibiydi.

Geçtiğimiz Hac mevsiminde, vakfımızca Hacca uğurlanan cemaat arasında o da vardı.

Tavaf ve sa’y vazifelerinde, Arafat’ta, Müzdelife’de, kâh hayat arkadaşı olan eşine, kâh mü’min kardeşi olan eşime dayanarak yürüdü, yürüdü…

Ve nihayet Hakk’a yürüdü…

***

Adı “Uğurlu” olan bu köy, bu adı aldığından bu yana böyle bir uğurlamaya belki ilk defa şahit oluyordu.

Sadece burasını değil, temas ettiği her karış yeri uğurlu ve nurlu yapan Peygamber vârisinin nuruydu, Kur’ân’ın nuruydu ki; ağaçlar ve tepeler arasında kaybolan ve daracık yolları olan bu beldeyi, farklı yörelerden farklı insanların uğrak yeri haline getirmişti.

Bediüzzaman, nasıl bir iman kardeşliğinin te’sisine çalışmış ki; Avusturya’dan, İstanbul’dan, Van’dan ve çeşitli yörelerden insanları küçük bir beldede, mü’min kardeşlerinin acılarına ortak ediyor, bir iman ve huzur ortamı oluşturuyor. Profesör muayenehanesini, iş adamı işini ve Doktor başka hizmetlerini bırakarak bu köyün taziyesine koşuyor…

Van’dan Burdur’a sürgünü esnasında Nur Müellifi’nin de yolu Trabzon’a düşmüştü…

İlk yola çıkışı jandarma eşliğinde kayıtlı ve kelepçeliydi… Karda, kışta ve Ramazan ayında… Öküzlerin çektiği kızaklarla… Jandarmanın hizmetkâr ve herkesin hayran olduğu bu mutlu mücahidin Van’dan Burdur’a kadar çetin ve zorlu sürgün yolu, kendisi ve insanlık âlemi için bir “Cadde-i Kübrâ-i Kur’âniye” yoluna dönüşecekti ve bu da kendisine ilham edilmişti ki, bu hadsiz muameleyi rıza ve teslimiyetle karşılamıştı. Hatta sürgünde yanında bulunan bir Paşanın oğluna şöyle demişti:

“Babana selâm söyle, bu bize yapılan muamelenin sevabını istemesin. Sabretsin, inşallah Sahabe-i Kiramın sevabını alır.”

Uzunluğu bir kilometreyi bulan sürgün kafilesinde bulunan şahitler şöyle anlatıyor:

“Van’dan ayrıldığımızda takvimler 10 Şubat 1926’yı gösteriyordu. Erzurum’dan sonra at arabalarıyla yollara devam ettik. Zigana geçidinde Ramazan Bayramı molası verdik. Trabzon’da yirmi gün kaldık.”

Bediüzzaman’ın yirmi gün kaldığı Trabzon, elbette ki “uğurlu” ve uğurluların uğrak yeri olacaktır.

Taziye:

Bursa’da Ali Çakmak Ağabeyin hanımının vefatı münasebetiyle, Cenâb-ı Hak’tan merhumeye rahmet ve mağfiret, kederli ailesine sabr-ı cemîl niyaz ederim.

12.09.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (31.08.2007) - Gazete ve siyaset

  (21.07.2007) - Hadiseler, gelişmeler ve demokratlar

  (20.06.2007) - Demokratik sorular

  (09.06.2007) - Sözde değil, özde demokrat

  (16.07.2006) - Pencereler

  (09.07.2006) - İnternetin dili

  (02.07.2006) - Tatil manzaraları

  (25.06.2006) - Medeniyet adına

  (18.06.2006) - Hidâyet nimeti

  (11.06.2006) - Müstakîm şahs-ı manevî

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri