Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 12 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

M. Latif SALİHOĞLU

Darbe(ci)leri yargılamak



Türkiye'de son yüz yıl içinde vuku bulan darbelerin hiçbiri mahkemeye taşın(a)madı, hukuk ve adâletin önünde muhakeme edilmedi.

Dolayısıyla, yarım düzineyi bulan bu darbe ve muhtıraların failleri, bu dünyada cezasını alamadan gitti; geri kalanları da aynı şekilde gidecek gibi...

Zira, bu ülkede "geçmişi sorgulamak" var, ancak özellikle siyasîleri "hukuken yargılamak" diye bir adet, bir gelenek bulunmuyor.

(İttihatçıların yargılanması, daha ziyade "savaş yenilgisi" sebebiyle olmuş. Ki, o da çok sınırlı tutulmuş ve elebaşı durumundakiler ancak "gıyâben muhakeme" edilebilmişlerdir.)

Darbe yapanlar, keşke zamanında ve hak ettikleri şekilde yargılanabilseydi. O takdirde, bu tür ihanetler, fecâatler, felâketler hiç tekerrür eder miydi?

Darbeler kronolojisi

Bugün, "12 Eylül Darbesi"nin 27. yıldönümü. 1980'de "darbe cuntası"nı teşkil edenler, o zamanın kuvvet komutanlarıydı.

Bu cunta, elindeki yetkiler itibariyle orduyu temsil ediyordu. Ancak, vicdan ve hukuk açısından aynı temsil yetkisine sahip olduklarını savunmak imkânsız.

Demek ki, orduyu şeklen temsil eden "12 Eylül cuntası", aynı orduyu mânen temsil etmiyordu.

Dolayısıyla, orduyu emellerine âlet ettiler; onlar da ne yazık ki, "başka emeller"e âlet oldular.

Her ne ise...

Bu vesile ile, adâlet önüne çıkarıl(a)mayan ve hukuken muhakeme edil(e)meyen diğer darbe(ci)leri de kısaca hatırlamaya çalışalım.

« "12 Eylül"den önce "12 Mart" var. 1970'in 12 Mart'ında hükûmete yönelik bir "muhtıra" yayınlayan o zamanın komuta kademesi, istifa edip çekilmemesi halinde hükümeti silâh zoruyla devireceklerini ilân etti. Başbakan Demirel, "Parlamento yolunu açık tutmak" mülâhazasıyla, Çankaya'ya hükümetin istifasını sundu. Bu muhtıranın da, tıpkı diğer darbeler gibi ülkeye zarardan başka hiçbir faydası olmadı.

« 27 Mayıs 1960'ta tek başına iktidar olan Demokrat Parti hükümetini deviren askerî cunta, on yıllık demokrasinin de canına okudu. 600 civarındaki DP'liyi en gaddar bir mahkemede en ağır şekilde cezalandırdı. Seçilmiş dört vatan evlâdının (Başbakan, İç İşleri ve Dışişleri Bakanları ile Maliye Bakanı) kanına girdi.

« Cumhuriyet tarihinin iki kanlı darbesinin benzeri olan iki darbe de Meşrûtiyet devrinde yaşandı:

1) "31 Mart Vak'ası" bahanesiyle 27 Nisan 1909'da İstanbul'a giren Hareket Ordusu, iş başındaki hükümet ile birlikte Sultan Abdülhamid'i de tahtından indirdi. Sayısız mazlûmu dârağacında sallandırdı.

2) İttihatçılar tarafından 23 Ocak 1913'te kanlı Bâbıâli Baskını gerçekleştirildi. Normal usûlle işbaşına gelmiş olan hükümet, silâh zoruyla alaşağı edildi.

« Bunların dışında, küçük çapta kalan, yahut başarısız kalıp bastırılan daha başka ihtilâl teşebbüsleri de oldu.

Gariptir, başarılı olan ihtilâlciler "kahraman" ilân edilip ödüllendirilirken, başarısız olanlar ise "hâin" muamelesi görerek idama mahkûm edildiler: Birinci grup için paşalardan Cemal Gürsel (1960) ve Kenan Evren (1980) ile ikinci gruptan albay Talat Aydemir ve Fethi Gürcan (1964) gibi...

Tarih mahkemesi

Yukarıda da sıraladığımız gibi, darbelerin hiçbiri hukuk önünde muhakeme edilmedi; edilecek gibi de görünmüyor.

O halde, yapılacak olan iş, yani yapılması gereken şey, özellikle yakın geçmişte yaşanmış olan ihtilâl ve muhtıraları fikren sorgulamak ve vicdânen yargılamaktır.

Bu da, darbecilerin tasarrufunu tanımamak, geçersiz saymak veya yaptıklarını geçersiz hale getirmekle olur. Meselâ:

1) Darbecilerin hazırlatmış olduğu anayasa değiştirilmeli, yeni sivil ve demokratik bir anayasayı yürürlüğe koymalı.

2) YÖK gibi yine ihtilâl tasarrufu olan kurum ve kuruluşlar, yeni baştan ele alınıp kâmilen ıslâh edilmeli.

3) Darbecilerin halka dayatmış olduğu "siyasî dizayn"ı yok saymalı, muktesep olan siyasî haklar sahiplerine iade edilmeli.

Şu 3. noktayı biraz daha açmakta fayda var...

Darbeciler, 27 Mayıs 1960'ta halkın helâl reyleriyle iktidara gelmiş olan Demokrat Partiye olanca kuvvetiyle kanlı bir darbe vurdu. Yeniden siyasî toparlanma beş yıl kadar sürdü.

Ne var ki, 12 Mart 1970'te, aynı siyasî misyonun başına ikinci bir darbe (muhtıra) vuruldu.

Bu ikinci darbeden sonra kısmî toparlanma 1977'de ve büyük toparlanma 1979'da tam tahakkuk etmişti ki, Demokratların yeniden iktidarına fırsat tanımayan aynı "cunta kafası" yeni ve büyük bir darbeyi (1980) daha gerçekleştirmiş oldu. "28 Şubat süreci"nde ise, önemli bir politikacının ifadesiyle "Cuntacılar, Demokratların altını oydu."

Netice itibariyle, Demokrat misyonu adeta biçip mezara gömmeye çalışan ihtilâl tasarrufçuları, bu millete yeni bazı partileri peşkeş etti ve iyi kamufle edilmiş zokaları halka yutturmaya yeltendi.

Şimdi, bu noktada durup düşünmek lâzım: Biz millet olarak bu ve benzeri tasarrufları hiçe saymadığımız müddetçe, acaba siyasetin muktesep hakkını ve dahi darbecilerin müstehak olduğu vicdanî cezayı hakkıyla vermiş sayılır mıyız?

Darbeciler, hiç istemedikleri—ve asıl korktukları—bir siyasî misyonu acımasızca biçecek, toprağa gömmeye çalışacak; buna mukabil, sahaya başka başka siyaset(çi)leri sürecek ve ben de kalkıp bu gayr–ı fitrî, antidemokratik yapılanmayı yutmak, yahut kabullenmek zorunda kalacağım, öyle mi?

Hayır, hayır... Onların dayatmalarını, yahut yönlendirmelerini aynen kabullendiğim takdirde, hukuken yargılanamayan darbecileri, ben de fikren sorgulamamış, vicdânen yargılamamış olurum.

Bu noktada demek istediğimiz şu ki: Darbecilerin 3–4 kez vurduğu, iktidardan indirdiği ve tümüyle yok etmeye çalıştığı bir siyasî misyonu ben geri istiyorum. İhtilâlcilerin siyasî tasarrufunu hiçe sayarak, milletim adına muktesep hakların iadesini talep ediyorum.

Madem ki, darbecileri mahkemeye çıkartıp cezalandıramıyorum, bari onları fikren yargılayıp vicdânen cezalandırmaya çalışayım.

Bunu da yapmazsam şayet, darbecilere ilâveten ikinci bir cezayı da kendi kendime vermiş olmaz mıyım?

12.09.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (11.09.2007) - Yüksek faize iki farklı açıdan bakış

  (10.09.2007) - Germenin kime ne faydası var?

  (01.09.2007) - Şiddete âlet olanlar

  (29.08.2007) - Nazım Hikmet duruşması

  (27.08.2007) - Lozan'ın gizli mimarı Haim Naum (2)

  (25.08.2007) - Lozan'ın gizli mimarı Haim Naum (1)

  (23.08.2007) - Gereksiz polemikler

  (22.08.2007) - Gündeme dair

  (21.08.2007) - Köken kurcalama mantığı

  (14.08.2007) - Hayatın değişken seyri

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri