Türkiye, bir tarafta kalkınan, bir tarafta darbelerin izini silmeye çalışan bir ülke. Kişi başına millî gelirin 2 bin dolara düştüğü 28 Şubat post modern darbe sonrası kriz çatlağının yaralarını sarmaya başlayan bir ülke.
Kişi başına 5 bin dolar gelirin ortalama değeri, ne yazık ki fert başına gerçek değer değildir. İstatistiğin bu rakam hakimiyeti, açlık sınırındaki bir çok aileyi kapsamıyor.
Kremalı bir tabaka var, sermayenin uluslar arası entegrasyonuyla hareket etmekte. Rekabetin iç yetersiziliği, evrensel ölçekteki ekonomiye bizi bağlamakta. Orta ve küçük boy işletmeler, bu küresel ekonomi karşısında bocalamaktadırlar.
AB sürecinde, rekabete açık olmayan düşünceler, bilhassa resmî ideoloji, fikirlerin altyapı zenginliğini engellemektedir. Kapalı devre bir sistem içinde, rekabetin nitelikli kuvveti zayıflatmaktadır.
Millî hassasiyetin, maddî kalkınma karşısında gerilediği vahim durum, muhafazakâr kılıfında muhtevasız bir sonuca sürüklemektedir.
Dayatma psikolojisi, şuur zaafiyetinin ve direnme kapasitesindeki boşlukların yansımasıdır. Düşünerek, okuyarak ve beraberce müzakere edilerek ortak duygunun eseri millî fikirler, elbette dünyevileşen dönemlerin emniyet supabıdır.
Aksi halde, fizikî büyüme ve kalkınma, idrakle büyümedikçe Batının menfi tasallutu karşısında duramamaktadır.
Toplumu saran maddeci ve menfaatçi yapı, ruh ve mânâ basiretinin ne kadar ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Kendi fikir kaynaklarıyla büyüyen, tarih perspektifinden nasiplenmiş bir toplumun, yenilenme ve demokratikleşme adımları anlamlıdır.
İnançlara, değerlere ve insana saygı tabanlı gelişmeyen, ahlâk rafinerisini kurmayan hammade atıkları ile istenen gelişme yakıtı üretilemez.
Yakıtı, samimiyet ve insan eksenli demokratikleşme olan ve tahakküme direnen asil fikirlerin meydan aldığı bir ülkede, demokrasinin çıtası ekonomik büyümeyle birlikte anlam ifade eder.
O zaman 11 Eylül evrensel fitnesi ve 12 Eylül darbeci kültürü, bu günümüzü bu denli tahrip edemez. En azından çelikten iradeler geçit vermez.
Yoksa, dünyevileşmenin yanıltıcı ve uyutucu girdabından kurtulmak imkânsızlaşır. Mutlaka bir basiret, bir projeksiyon ve idrak farkıyla ve fikir derinliğiyle teşhis koymak gerekir.
İslâm dünyası, ecnebi oyunlarına ve bozguncu kuvvetlerine dayalı senaryoları altında inlettikleri insanımız/insanlarımız rahat yüzü görememektedir.
Bu durumda, yanlışa hayır diyemeyen, siyasî menfaatlerle susturulan ve mevsimlik dönemlerin her şeyi güç ve para odaklı bir iktidarla teslim aldığı bir ahenksizliğin bunaltıcı manevî kasavetinden kurtulmak zorlaştırmaktadır.
Sosyal taleplerdeki dengesizlik, maddî tatminsizlik ve beşerî kifayetsizlikle elde edilen makam ve mansıpların, din ve mukaddesat üzerinden topluma yansıyan hataları, ciddî bir endişe boyutudur.
Darbeler bunun altyapısını hazırlayan ve fikir civatalarını gevşetecek rol üstlenmişlerdir. Bunların en uzun soluklu etkisi ise 12 Eylül’ün hâlâ devam eden izdüşümleridir.
İnkişafa dönüşmeyen bir gelişme, mânâyı cesaretlendirmeyen bir madde, yenilenmeyen bir statüko ve demokratikleşmeyen bir icra, çoğunluğun tasvibinde olsa da, derinliksiz duruşuyla her an beklenmeyen tavizlere açıktır.
Bunları dokumak, kendi insanî niyetimizle sorgulamak, akla ve kalbe ortak yatırım yapmak, telâfisi imkânsız sosyal yaralara ve bunalımlara engel olmanın bir yoludur.
12 Eylül’ün yıldönümünde, bir gün öncesinin küresel terör senaryosu olan 11 Eylül’ü düşünürken, yukarıdaki anlamlar zinciri beni sardı.
Bediüzzaman’ın “müteharrik-i bizzat” olmayan hareketlere dikkat çeken teyakkuz hali ve imanî dürbünü, bugün de yarın da “ifsat komiteleri”ne mukabil Kur’ân kalesinden bir zırhla korunma metodudur.
Beşerin zalim eliyle ihtirasların uygulama alanı bulduğu ve insanlık kaybının en üst düzeyde yaşandığı savaşlar ve katliâmlar sürmektedir. Bilhassa İslâm dünyasını kavuran bu yangına sessiz kalan hükümet ve iktidarlar, zalimlerin vicdanları sızlatan zulmü karşısında acınacak bir haldedirler.
Eylülün 11’ini zulmün evrensel senaryosu ve devam eden işgallerin başlangıcı görürsek, geçici ve tuzaklarla dolu heveslerden ve zahiri galibiyetlerden uzak dururuz.
Köprü dergisinin sloganı olan “İlme, irfana, ümrana” ihtiyacı, kat be kat artmaktadır.
11-12 Eylül bu gözle okunmalı. Ve insan, imanla şuurlanmalı. Siyasette, sebepler sükût ettiği yerde, tevhide yol açılır.
12.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|