Hayat hiç alışık olmadığımız bir şeydi, doğduğumuzda. Her şey bize yabancıydı önce, sonra alıştık yavaş yavaş.
Moral vermek isteyenler de, dalga geçmek isteyenler de farklı tonlamalarla da olsa aynı şeyi söyledi: Alışacaksın.
Oysa her şey o kadar alışılmazdı ki bizim için. Hava meselâ. Onu ciğerlerimize çekmek bile. Önce o havayı, sonra o havayla beraber içinde bulunduğumuz her türlü atmosferi içimize çekmeye alıştık.
İyi bir şey miydi peki alışmak? Evet belki. Zira alışmak olmasaydı, dayanılmaz olabilirdi bazı şeyler. Zaten o yüzden en hüzünlü sesle söylediğimiz sözlerden biridir, “Alışamadım”.
Ama alışmak, bazen o hüzne sebep olan sebeplere de alıştırır insanı. Acıya karşı duyarsızlaşır. Duyarsızlaştıkça soru sormayı unutur, karşı gelmekten, değiştirmekten vazgeçer. Nice ortamlar vardır, ilk girdiğimizde garipsediğimiz, kınadığımız, kabullenemediğimiz. Sonraları sormuşlardır bize “Nasıl dayanıyorsun?” diye de, bıkkın bir ses tonuyla cevap vermişizdir: “Alıştık artık.”
Şehir dışına gittiğimizde, annemizin telefondaki ilk sorusu “Alışabildin mi?” olmamış mıdır? Ve bizim başka çaremiz olmadığını belirtmeden geçemediğimiz cevabımız, kısa ve net: “Alıştım.”
Her ne kadar şarkıda “Alışmak sevmekten daha zor geliyor” dese de, genelde tersi olmamış mıdır?
Çirkinliklere alışıp onları güzelleştirmekten, güzelliklere alışıp onlar için şükretmekten vazgeçenimiz az mıdır?
Güneşin doğuşuna alıştığımız gibi, yağmurun er ya da geç yağacağına, musluğu her açtığımızda gürül gürül suların akacağına da alıştık. Bir yaz damla düşmeyince gökyüzünden, musluklardan su sesi gelmeyince sarsılsa da alışkanlıklarımız, yağan yağmurlarla eski alışkanlıklarımıza dönmeyi başardık.
Başkaları öldüğü sürece ölüme de alıştık. Bir yakınımızı kaybedince kaybeder gibi olduk o alışkanlığımızı. Ama hayat devam ediyordu ve biz yaşamaya yeniden alıştık.
Gözümüze en çok sigara alışkanlığı battı ve bir türlü kazanamadığımız kitap okuma alışkanlığı. Ama nefes almaya alışıp, her bir nefesin bizim için anlamını düşünmeyi unutmakla başladı maceramız. Kâinat kitabını, alışkanlıklarımız yüzünden okuyamadık. Kitap okumaya ise, televizyon izlemeye alıştığımız için alışamadık.
Gerçi okumak ve alışmak, ne kadar da tuhaf duruyordu yan yana. Zira insan okuduğuna değil, seyirci kaldığına alışıyordu. Yoksa alıştığına mı seyirci kalıyordu?
04.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|