Hayattan usandıran istibdatlar...
En ziyade muhtaç olduğum ve hayatımda en esaslı düstur olan, hürriyetimdir. Asılsız evham yüzünden, emsâlsiz bir tarzda hürriyetimin kayıtlar ve istibdatlar altına alınması, beni hayattan cidden usandırıyor. Değil hapis ve zindanı, belki kabri bu hale tercih ederim. Fakat, hizmet-i imaniyede ziyade meşakkat ise ziyade sevaba sebep olması bana sabır ve tahammül verir. Madem bu insaniyetli zatlar benim hakkımda zulmü istemiyorlar, en evvel benim meşrû dairedeki hürriyetime dokundurmasınlar. Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam.
Evet, on dokuz sene bu gurbette yalnız iki yüz banknot ile, şiddetli bir iktisat ve kuvvetli bir riyazet içinde kendini idare ederek, hürriyetini ve izzet-i ilmiyesini muhafaza için kimseye izhar-ı hacet etmeyen ve minnet altına girmeyen ve sadaka ve zekât ve maaş ve hediyeleri kabul etmeyen bir adam, elbette iaşeden ziyade, adalet içinde hürriyete muhtaçtır.
Emirdağ Lâhikası, s. 18
***
Mert olan cinayete tenezzül etmez. Şayet isnad olunsa cezadan korkmaz. Hem de haksız yere idam olunsam, iki şehid sevabını kazanırım. Şayet hapiste kalsam, böyle hürriyeti lâfızdan ibaret bulunan gaddar bir hükûmetin en rahat mevkii hapishane olsa gerektir. Mazlûmiyetle ölmek, zâlimiyetle yaşamaktan daha hayırlıdır.
Divan-ı Harb-i Örfi, s. 20
***
İzzetle mevti, zilletle hayata tercih edenlerdeniz. Eski Said gibi birisi şöyle demiş: “Biz öyle insanlarız ki, bir orta seviyemiz yoktur. Ya herşeyin üstünde, ya da kabirde oluruz.”
Mektûbât, s. 52
***
Eğer medeniyet böyle haysiyet kırıcı tecavüzlere ve nifak verici iftiralara ve insafsızcasına intikam fikirlerine ve şeytancasına mugalâtalara ve diyanette lâübâlicesine hareketlere müsait bir zemin ise, herkes şahit olsun ki, o saadet-saray-ı medeniyet tesmiye olunan böyle mahall-i ağrâza bedel, vilâyat-ı şarkiyenin, hürriyet-i mutlakanın meydanı olan yüksek dağlarındaki bedeviyet ve vahşet çadırlarını tercih ediyorum. Zira bu mim'siz medeniyette görmediğim hürriyet-i fikir ve serbesti-i kelâm ve hüsn-ü niyet ve selâmet-i kal, şarkî Anadolu'nun dağlarında tam mânâsıyla hükümfermadır.
Divan-ı Harb-i Örfî, s. 53
Lügatçe:
evham: Vehimler, kuruntular.
riyazet: Nefsi kırma, fani şeylerden nefsini çekerek kanaat içinde yaşamak.
izhar-ı hacet: Muhtaç olduğunu göstermek.
iaşe: Geçindirmek, beslemek, yaşatmak.
mevt: Ölüm.
zillet: Aşağılık, horluk, alçaklık.
nifak: İkiyüzlülük, münafıklık.
mugalâta: Yanıltıcı söz etme.
saadet-saray-ı medeniyet: Medeniyetin mutluluk sarayı.
tesmiye: İsimlendirme.
mahall-i ağrâz: Kasten yapılan kötülüklerin yeri.
vilâyat-ı şarkiye: Doğu illeri.
serbesti-i kelâm: Konuşma hürriyeti.
hüsn-ü niyet: Güzel niyet.
selâmet-i kal: Konuşma güvenliği.
|