Alevilik, İslâm tarihinde kısa bir süre süren içtihad farkı üzerindeki ihtilâfta Hz. Ali’nin isâbetli içtihadını tasdiktir. Ehl-i Beyt muhabbetini şiâr edinmenin ve haklı mücadelesini hak görmenin adıdır.
Hz. Ali’nin, en ileri insan hakları bildirgelerinin henüz ulaşamadığı, Kur’ân ve Sünnetin mânâ ve ruhundan süzülen, ferdin hakkını koruyan, bu hakkı her hakkın üzerinde gören hakikati teslimdir.
“Adalet-i mahza” denilen tam, gerçek, kusursuz, toplumun selâmeti için ferdin cüz’î hukukunun fedâ edilmeyeceğini önemseyen, serâpa adaleti esas alan haklı dâvâsına tarafgirliktir...
Bu bakımdan, Bediüzzaman’ın ifâdesiyle, “Hazret-i Ali’nin (r.a.) zâtında temessül eden şahs-ı mânevî-i Âl-i Beyt (Ehl-i Beytin mânevî şahsiyeti) ve o şahsiyet-i mâneviyede verâset-i mutlaka cihetiyle tecellî eden hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) noktasında muvazene edilmez. Çünkü orada Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın sırr-ı azîmi (büyük sırrı) var.”
İşte bu sırdandır ki yine Bediüzzaman’ın izâhıyla “kemâlat-ı velâyet”in en üst mertebesinde bulunan ve “şah-ı velâyet” olan Hz. Ali’yi sevmede ve hürmet etmede, sâir sahabeleri sevmeme ve hürmet etmeme mânâsı çıkamaz ve çıkmamalı.
Bedüzzaman’ın târifiyle, “bir kahraman-ı İslâm ve ‘Esedullah (Allah’ın aslanı)’ ünvânını kazanan ve sıddıkların kumandanı ve rehberi olan bir zât” olan Hz Ali’nin Resûlullah’tan sonra diğer üç büyük hâlifeye samîmî ve kalben bağlı kalıp yirmi seneden ziyade onlara Şeyhülislâmlık yapmasının anlamı büyüktür. Aleviler, Ehl-i Sünnet ve cemaati suçlamadan önce bu anlamın üzerinde düşünmeli...
* * *
Bediüzzaman’ın izâhıyla Ehl-i Sünnet ve Cemaat perdesi altına kısmen giren Vahhâbîlik ve Hâricîlik fikriyle bazı “siyaset meftunları ve bir kısım mülhidlerin (dinsizler)”in, Hazret-i Ali’yi saygısızca tenkitlerinin bu ihtilâfta şüphesiz etkisi olmuş. Ancak gerçek şu ki Ehl-i Sünnet ve Cemaat denilen umumî İslâm câmiası hiçbir zaman buna kapılmamış. Yine Bediüzzaman’ın tesbitiyle tarihin şehâdetiyle, “Ehl-i Sünnet, Alevîlerden ziyade Hazret-i Ali’nin (r.a.) taraftarı” olmuş. Bütün hutbelerinde, dualarında Hazret-i Ali’yi lâyık olduğu senâ ile zikretmişler. “Hususan, ekseriyet-i mutlaka ile Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebinde olan evliya ve asfiya, onu mürşid ve Şah-ı Velâyet bilmişler ve biliyorlar.”
Bundandır ki Ehl-i Sünnet ve Cemaatle hiçbir ilgisi olmayan isnadlarla Alevilerin, Harcicîlerin büyük hatalarından hareketle Ehl-i Beyt muhabbetini en başta tutan Sünnîlere adavet etmeye, ithamlarda bulunmaya hakları yoktur. (a.g.e.)
Ne var ki son zamanlarda yeniden ortaya atılan projelerle, on dört asırdır hâricî güçlerle tahrik edilen bu tür siyasallaşmış kalıplardan hareket edildiği görülmektedir.
Aslında aklı başında ve kendini İslâm câmiasından ayrı görmeyen mutedil Alevî vatandaşlar da, Alevileri Müslümanlardan ayırmanın ilk adımı olan cem evlerini camilere karşı alternatif ibâdethâne göstermesinden rahatsızdır...
Çünkü bu tür saptırmaların, meseleyi daha da içinden çıkılmaz bir hale dönüştürüp, Alevileri İslâm dâiresinden ayırıp, ihtilâfı sürekli istimal edilecek bir fitneye âlet etme amacını taşıdığı artık açıkça sırıtmakta. İslâmı Hıristiyanlıkta olduğu gibi mezheplere taksim edip, sonu gelmez bir tefrika ve kavgaya sürükleme maksadı, açığa çıkmakta...
* * *
Bunun içindir ki AKP hükûmeti, AB müzâkere sürecinde AB içindeki Türkiye ve AB karşıtı Selânikli Yahudi Sarkozy benzerlerinin icâd edip Türkiye İlerleme Raporu’na soktukları bu tür sapmalara gelmemeli. Alevilerin “azınlık” olduğu ve “ayrı bir dinleri varmış gibi, “dinî özgürlüklerinin verilmesi”ni ileri süren mahfillere, Aleviliğin İslâm’dan, Alevilerin Müslümanlarda ayrı olmadığı gerçeğini bildirmeli.
Gerekirse bu hususta Diyanet devlet adına esaslı bir araştırma raporu hazırlamalı. İslâm’daki mezheplerin, Avrupa’da dörtyüz yıl boyunca en temel dinî inanç ve esaslarda ayrılığa düşüp din kavgasına tutuşan Hıristiyan mezheplerin arasındaki ihtilâfa benzemediğini tarihî ve dinî tahlillerle tavzih etmeli.
İslâm’da hiçbir şekilde etnik ve mezhebî ayrılığın ve farklılığın olmadığını, Müslümanların kitaplarının, peygamberlerinin, kıblelerinin ve ibâdethânelerinin bir olduğunu anlatmalı...
AB’nin “şaşırtmalar”la önyargılı algılamalara göre değil, Türkiye’deki Alevilerin tarih boyunca diğer Müslümanlarla camilerde birlikte ibâdet ettikleri gerçeğini kabul ettirmeli. İslâmiyeti Hıristiyanlıkla, İslâmdaki hak mezhep ve tarikatları Hıristiyanlığın birbirini “tekfir” edip, “dinden çıkmak”la itham eden mezheplerle karıştırılmasına müsaade etmemeli. Yanlış mukayeselere kanan AB karar mercilerini bilgilendirmeli...
Ankara oyuna gelmemeli, oyunu teşifre etmeli...
04.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|