Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 28 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Cevher İLHAN

Gayr-i müslimlerle medenî ve dünyevî dostluk... (3)



“Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin...” (Mâide Sûresi 51) âyetinin hükmünü izâh eden Bediüzzaman, âyeti tefsirinin nirengi noktası, şimdiki gayr-i müslimlerle ilişki ve işbirliğinin, dinî noktadan çok “medenî ve dünyevî işler”deki “muamelât” zeminidir. Bunun Kur’ân’da menedilen “dinde dostluk” ikazıyla bir ilgisinin bulunmadığını beyân eder:

“Lâkin, şimdi âlemdeki bir inkılâb-ı acîb-i medenî (acayip medenî bir inkılâp) ve dünyevîdir. Bütün ezhânı (zihinleri) zapt ve bütün ukulü (akılları) meşgul eden nokta-i medeniyet, terakki (gelişme ve kalkınma) ve dünyadır. Zaten onların (gayr-i Müslimlerin) ekserisi, dinlerine o kadar mukayyed (bağlı) değildirler...

“Binaenaleyh, onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini (maddî kalkınmışlıklarını) istihsan ile (beğenip takdir etmekle) iktibas etmektir. Ve her saadet-i dünyeviyenin (dünya refah ve mutluluğunun) esası olan âsâyişi muhâfazadır (karşılıklı iç ve dış güven ve huzuru sağlamaktır.) İşte bu dostluk, kat’iyen nehy-i Kur’ânîde (Kur’ân’ın Mâide 51. âyetindeki yasaklamaya) dahil değildir.” (Münâzârât, Bediüzzaman Said Nursî, Yeni Asya Neşriyat, 70-71)

Kaldı ki bu “dinde dostluk yasağı”nın muamelâtı, insanî ve medenî ilişkileri kapsaması, Kur’ân’da, Peygamberimizin buyruklarında ve İslâm fıkhında açıkça dinî kriterleri ortaya konulan ve ilişkilerin sınır ve sahasını belirleyen esasların bütününü hiçe saymak anlamına gelir. Ki bu vaziyet, en başta “gayr-ı müslimlerle ve hatta müşriklerle ilişki ve irtibat çerçevesini çizen Kur’ân ve Sünnete aykırı düşer.

Nitekim bu mevzunun peşinden gelen, “Neden kâfir olana kâfir demeyeceğiz?” sorusuna, Bediüzzaman’ın, “Kör adama, ‘hey kör!’ demediğiniz gibi... Çünkü eziyettir. Eziyetten nehiy var” cevabı, bu meselenin mâhiyetini temelden açıklar. Bu hususu, Peygamberimizin, “Kim zimmî olan birine (Müslümanların idâresinde yaşayan Hıristiyan ve Yahudilere) eziyet ederse, ben onun hasmı olurum” hadisiyle açıklığa kavuşturup ispat eder. (El-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr: 6:19, hadis no: 8270)

* * *

Bir başka izâhla bu âyet, Hıristiyan ve Yahudilere “dostluk göstermeyi” değil, onları “dost edinmeyi” yasaklamakta. Bunun anlamı, Müslümanların kendilerini onlara kaptırma, inanç ve yaşayışlarını taklit, kötü âdetlerini kopyalamak ve onların maddî ve mânevî hegemonyalarını kabullenmenin dinen yasaklanmasıdır. Siyasî ve kültürel emperyalizme teslim olup esir olma vahâmetidir.

Yasak, gayr-ı müslimlerdeki bir takım çirkin sıfatları edinmeyedir; güzel sıfatlarını almak; sanayi, bilim ve ticarette işbirliği içinde olmaya değildir. Nitekim, Mâide Sûresi 5. âyetteki, “kendilerine kitap verilmiş olan Hıristiyan ve Yahudilerin yiyecekleri size helâldir; sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir” denildikten sonra, “Mü’minlerden hür ve iffetli kadınları ve kendilerine sizden önce kitap verilmiş olanlardan hür ve iffetli kadınları nikâhlamanın (Müslümanlara) helâl kılınması”nın anlamı açıktır.

Keza Nisa Sûresi’nin 159. âyetinde, âhirzamanda Müslüman ve Hıristiyanların Allah’ı inkâr eden küfür ve dalâlet cereyanlarına karşı birlikte mücadele edeceklerine işâret eden mânâ ile, Mümtehine Sûresi’nin iki âyeti bu “dostluk düsturu”nu açıklar:

“Sizinle (Müslümanlarla) din hususunda savaşmamış ve sizi yurdunuzdan çıkarmamış olanlara iyilik yapmaktan ve adâlet etmekten Allah sizi men etmez. Şüphesiz ki Allah adâlet edenleri sever” İlâhî beyânı bildiren sekizinci âyet...

Ve hemen peşinden gelen, “Allah ancak sizinle (Müslümanlarla) din hususunda savaşmış, sizi yurdunuzdan çıkarmış ve çıkarılmanıza yardım etmiş olanları dost edinmekten sizi men eder. Kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerin tâ kendisidir” ihtarını ileten dokuzuncu âyet...

Bu iki âyet, Hıristiyan ve Yahudilerle dostluk esasının, “Müslümanlarla din hususunda savaşmamış ve savaşmış, Müslümanları yurdlarından çıkarmamış ve çıkarmış, çıkarılmasına yardım etmiş” kategorisine ayırır. Biriyle sulh içinde “dostluk ve adalet”le muameleyi emrederken, diğeriyle dostluğun “zâlimlik” olduğu belirtir.

Yine, Mâide Sûresi’nin 82. âyetinde, “îmân edenlere düşmanlıkta insanların en şiddetlisi olarak, sen elbette Yahudileri ve Allah’a ortak koşanları (müşrikleri) bulacaksın. Îman edenlere muhabette en yakın kimseler olarak da, elbette ‘Biz Hıristiyanız’ diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde ilim sahibi keşişler (kendilerini dine adayanlar) ve kendilerini ibâdete vermiş râhipler vardır; onlar büyüklük de taslamazlar” tefriki, gayr-i müslimlere dostluğun “Kur’ânî ölçüsü”nü verir...

Bediüzzaman’ın, “İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimâyie-i beşeriyeye (insanlığın sosyal hayatına) nâfi’ (faydalı) san’atları (sanayii) ve adâlet ve hakkaniyete hizmet eden fünûnları (fenleri) tâkip eden birinci Avrupa” târifinde olduğu gibi... (Lem’âlar, Bediüzzaman Said Nursî, Yeni Asya Neşriyat, 167-172)

* * *

Anlaşılan, bütün bu tartışmaların ve yanlış algılamaların temelinde, Bediüzzaman’ın bundan bir asır önce sakındırdığı bu “karıştırma” sapması sebebiyet vermekte. Bu sapma, “daire-i itikadı (inanç hükümlerini), daire-i muamelâta (insanî ve ticarî sosyal ilişkiler alanına) karıştırmaya” sevketmekte... (a.g.e.)

Bir haberi “meslek içtihadı olabilecek şekilde tartışmanın yararı”ndan bahseden Özkök ve diğer aydınlarımızın, günübirlik konjonktürel konteksten çıkıp, Bediüzzaman’ın insanımızın inanç ve içtimaî hayatına dair bu tefsir ve içtihadını okumaya dâvet ediyoruz.

Bediüzzaman’ın altı bin sahifeyi aşkın ve mükemmel şekilde yazılan Kur’ân tefsiri Nur Risâlelerindeki izâhların anlaşılmasını diliyoruz. Kaldı ki bunun artık pek bir “riski” de kalmadı.

Sahi, okyanuslar ötesinden, Avrupa’dan, Amerika’dan, Filipinlerden, Avustralya’dan Bediüzzaman’ın bu çağa bakan tefsir ve Kur’ânî tesbitlerine alâka duyuluyor da, bu ülkede yetişen Kur’ân müfessiri Bediüzzaman’ın tefsirine müracaat edilmiyor?

Bu da “anlaşılmayan”, ancak âcilen aşılması gereken bir başka handikap...

28.11.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (27.11.2007) - Dostluğun men’î, “Yahudiyet ve Nasraniyet” noktasında... (2)

  (26.11.2007) - Kur’ân’da “gayr-i müslimlerle dostluk” meselesi... (1)

  (25.11.2007) - Nurun iki mânevî kahraman fedâisi: Hâfız Ali ve Hasan Feyzi

  (24.11.2007) - “AB sözü”ne ne oluyor?

  (23.11.2007) - Okullardaki şiddetin tedbiri...

  (22.11.2007) - “Beşerin yeryüzünü öldüren ifsadı”

  (21.11.2007) - Kur'ânî çâre...

  (20.11.2007) - Saptırma

  (19.11.2007) - İsrail’le işbirliğinin akıbeti...

  (17.11.2007) - Gündem kayması

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri