40, kimilerine göre 50 ülkenin temsilcisi Annapolis’te bir araya geldiğinde, elde, elle tutulur temel bir belge yoktu. Yol Haritası nevinden ortak belge çıkarılamamıştı. Aslında, Amerikan tarafı, Annapolis Konferansı’nı bu adla anılan sürecin açılışı olarak değerlendiriyor. Annapolis Konferansının ardından, taraflar arasında görüşme maratonu ve trafiği başlayacak. Bu maratonun tavanı, Suud Dışişleri Bakanı Faysal’a göre, bir yılla sınırlı olmayacak. Ucu açık kalarak, eskimeyeceğine dair Amerikan tarafı Araplara söz vermiş. Bu boş bir laf. Tarihin tekerrüründen başka bir şey değil. Amerikan tarafı müzakerelere bir yıl ömür biçerek, aslında ipe un sermiş oluyor. Zira Oslo süreci de ‘key issues’ denilen Kudüs’ün geleceği ve statüsü gibi temel meseleleri geleceğe talik ederek, yıkarak amacından sapmıştı. Rabin’in öldürülmesinden sonra, süreç çığırından çıkmıştı. Ehud Barak’la Camp David II olarak anılan müzakerelerde yeni bir başlangıç yapılmışsa da bunun devamı gelmemiş ve inkıtaya uğraması ile yeni bir intifada zuhura gelmiştir. Yol Haritası da keza Oslo sürecinin akıbetine uğramıştır. Onlar bu akıbete uğradılarsa, Annapolis sürecinin aynı akıbete uğramaması adeta imkânsız.
Bunu herkes biliyor, ama Bush görmezlikten geliyor. Esasında Annapolis’te İran ile ABD- İsrail eksenlerinin gizli bir kapışması ve çekişmesi var. Aralarında halat çekme mücadelesi yaşanıyor. Bundan dolayı, toplantının sebeb-i hikmeti, davet edilmeyen tek ülke olan İran. Suriye’nin dekora ve vitrine ilave edilmesinin nedeni de bu. İran’a ‘Tecrit oldun’ mesajı vermek. Beyaz Saray Sözcüsü Dana Perino, ‘Kaosdan yararlanan İran, ılımlı güçlerin Filistin devletini kurmak için buluşmasından ve toplanmasından endişeli’ diyerekten kendi pozisyonlarını izah etmiş. Aynen bunu Musa Ebu Marzuk da telaffuz etmişti. Demek ki, konferansın amacı, üzüm yemek, hakka, hukuka ulaşmak değil, bağcıyı dövmek. Yani tamamen manipülatif. Amerikalılar kendilerini de bu arada ‘ılımlılar’ kategorisinde gösteriyorlar. Halbuki ılımlılığın üzerinde iki kanadın baskısı var. Bu kanatlardan birisi İran ise, diğeri muhakkak surette ABD’dir. Asıl ılımlılığı bitiren ve İran tezine destek veren ABD ve İsrail’in uzlaşmaz ve hak sahiplerine haklarını iade etmez tutumlarıdır. Dolayısıyla şikâyet ettikleri sonuç, kendi ürün ve imalatları.
***
Burada garip olan, Suriye’nin de sürece dahil olmasıdır. İran da bu yüzden şaşkınlığını gizleyememiştir. Hamas ve Hizbullah da Suriye’nin tavrı nedeniyle ters köşeye yatmış oldular. Bir tarafta Mahmut Abbas’ı eleştirirken, diğer tarafta Suriye’yi mazur görmek çifte standart olacaktır. Bu itibarla, Hamaney’in Danışmanı Hüseyin Şeriatmedari Suriye’nin tavrının kendileri açısından sürpriz olduğunu söylemiştir. Ahmedinejad, Suud Kralı Abdullah’a katılımları nedeniyle üzüntü ve kederlerini bildirmiştir. Katılım hususunda Riyad’a bu kadar serzenişte bulunuyorlarsa, elbette Şam için söyleyecekleri daha çok olmalıdır.
***
Tam da Konferans günü İsrail’in cibilliyetini ve barıştan ne anladığını ortaya koyan bir gelişme yaşandı. Yeşa Hahamlar Konseyi Başkanı Haham Dor Lior, ‘Ülkenin Araplardan temizlenmesini’ istemiştir. Halbuki İsrail, bugüne kadar Filistin chart’ı ve misakını değiştirmek için neleri göze almamıştı! Fetih Misak’ını İsrail’i tanıma doğrultusunda tadil etmişti. Hamas’a yönelik şikâyetlerin başında da Yahudileri denize dökme hedefi geliyordu. Ne oldu da bu hedefi İsrailliler devraldı? Bu defa rolleri değiştirerek, bu hedefleri Yahudilerin devraldığı ve benimsediği anlaşılıyor. Aynen Nazizm ve Siyonizm nöbetleşmesinde olduğu gibi… Sözgelimi, Annapolis zirvesi öncesinde ve Ortak Belge’de İsrail tarafı Filistinlilere devletin karakteri konusunda dayatmada bulunuyor. İsrail’in Araplardan arındırılmış bir Yahudi devleti olması tezini kabul etmesini istiyorlar. Allah aşkına, ‘Yahudi devleti’ dayatması ile Haham Dor Lior’un ‘Ülkenin Araplardan temizlenmesi’ çağrısı arasında ne fark var? Filistinlilerle İsrailliler arasındaki bu çekişme, az çok bizdeki durumu da aksettiriyor. Sözgelimi, Richard Falk’un bir konuşmasından yola çıkarak Özdemir İnce, onun, sanki bir müftüymüş gibi başörtüsüzlere dinsiz dediğini iddia ediyor. Tamam, başörtüsü takmayanlara dinsiz kelimesi kullanılması gerçekten de fahiş ve galiz bir ifade, anladık. Ama Özdemir İnce, acaba İlhan Selçuk’un başörtüsü takanların günah işlediği yönündeki fetvasına ne buyurur? Evet, unutmamak lâzım ki, laik kesimlerin de mollaları ve ayetullahları var. Bunlar ‘camiyi ibadetten kurtardık’ edasındalar. Kasım 2007 ortalarında böyle bir tartışmaya El Cezire Kanalı’nda rastlamıştım. Laik kesimleri temsil eden bir Tunuslu, camileri tarafsızlaştırarak büyük bir dinî vazife ifa ettiklerini söylemişti. İlhan Selçuk gibilerine göre de başörtüsü kamusal alanda yasaklanarak, böyle bir hizmet ifa edilmiştir. Bu, Rahşan’ın misyonerlerden şikâyet etmesine benzer. Tarih boyunca dinin tevili alanında böyle bir mücadeleye daha rastlanmamıştı.
28.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|