Geçmişte Hizbullah’ın ruhanî lideri olarak anılan Fadlallah’ın günümüzde diyalogla birlikte anılması, yadırgatıcı olmasının ötesinde, çok kişiye inandırıcı da gelmeyebilir. Lâkin durum böyle. Son dönemlerinde bu mesele üzerine yoğunlaşmış bulunuyor. Biz de IHH ekibi ile birlikte Ramazan ayında Lübnan’ı ziyaretimiz sırasında, bir gazeteci grubuyla birlikte kendisini ziyaret ettik. Konuşmasının büyük bölümünü diyalog meselesine ayırmıştı. Taaccübümüze gitmedi değil. Lâkin Fadlallah sürprizlerin adamıydı. Dolayısıyla fazla yadırgamamak gerekir. Bu bağlamda, birileri çıkıp kendisini Fethullah Gülen’le birlikte de anabilir. Aslında Fadlallah da, birçok benzeri gibi, kâinatın diyalog üzerine kurulduğunu söylüyor.
Doğrusu da budur. Allah ile kul münasebetleri diyalog üzerine kurulu olduğu gibi, kul ile kul ilişkileri de diyalog üzerine kurulu. Buradan yola çıkan Fadlallah, Müslim, gayr-i Müslim, Sünnî, Şiî veya laik ve dindarlar arasında çapraz diyalogların kurulması gerektiğini söylüyor.
Aynen katılıyoruz. Sözgelimi, son yirmi yıl içinde Arapçı-İslamcı Düşünce Formu gibi forumlarda milliyetçi düşünce erbabıyla dinî düşünce erbabı rahatlıkla biraraya gelebiliyor. Böylece, dahilî zıtlaşmanın veya kutuplaşmanın hiddeti ve şiddeti törpüleniyor. Bir de tanışma zemini oluyor. Tam da bu noktada Fadlallah, Müslüman ileMüslüman diyalogu teklif ediyor. Siyasetten kaynaklanan bir takım meydan okumaların önünü kesmek ve önüne geçmek için diyalogdan başka çare olmadığını söylüyor. Bu konuda müsaraha ve şeffafiyetin de olmazsa olmaz şart olduğunu ifade ediyor.
Lâkin onun söyleminde bile güven vermeyen unsurlar var. Buna yeri geldikçe temas edeceğiz. El Cezire’de Osman Osman’ın sunup takdim ettiği ‘el Hayatu ve’ş’ Şeria’ programında Fadlallah ağırlandı ve konu Müslümanlar arası diyalogdu. Konuşmasının ilk bölümünde imamet-hilafet kutuplaşmasından ve sahabi içinde bu konuda yaşanan gelişmelerden bahsetti. Hazreti Ali’nin imamet meselesinde hak sahibi olmasına rağmen, Müslümanların genel maslahatı için bundan feragat ettiğini ve umumi maslahatı tercih ettiğini söyledi. Aslında bu tanım Hazreti Hasan için daha geçerli. Bundan sonra şu âyet-i celîleyi okuyarak meramını anlatmaya koyuldu: “Tilke ümmetun kal halet min kablikum lehum ma kesebu ve lekum ma kesebtüm vela tüseluna amma kanu ya’melun”/ “İşte o, sizden önce geçmişte kalan bir ümmetti ve yaptıkları kendilerine aittir, sizin yaptıklarınız da size ve onların yaptıklarından da sorulmayacaksınız (sorumlu tutulmayacaksınız).” Bundan dolayı geçmişe takılı kalmanın mahzurlarından bahsetti. Burada ‘isiğrak fi’l mazi’ ibaresini kullandı. Yani tarihe gömülmek ve tarihte tefanî etmek. Bu kavrama paralel olarak takavku /içe kapanma tabirini de aynı şekilde olumsuz tabirler arasında kullanabiliriz. Bu âyet çerçevesinde Fadlallah’ın söyledikleri, elbetteki doğru. Ancak dinî anlayışın zemininde tarih varsa, hatta zemini tarih oluşturuyorsa, o taktirde mutlaka dinî anlayışın oturduğu zemin tashih edilmelidir. Bu ikisi çok farklı. Bu durumda ‘tarihi bir kenara bırakalım’ ifadesi meram için kifayet etmeyecektir. Bu noktada Fadlallah, taktik olarak çok esnek görünmesine rağmen, esasatta hiç de öyle olmadığı anlaşılıyor. Bizim geçmişle ilgili konularda taraf olmamamız gerektiğini söylüyor, ama paradigma tamamen ve de öncelikle Şiîlerde tarih, yani geçmiş üzerine kurulmuş ve kurumsallaşmış bulunuyor. Gel de ayıkla pirincin taşını.
***
Fadlallah diyalogun, birlikte hakikati arama mesleği olduğunu ve diyalog için de tabu bir meselenin olmaması gerektiğini vazediyor. Önemli olanın kayıp hakikatin aranması olduğunu ifade ediyor. Aslında diyalog hakikati arama yöntemi. Yöntemden önce hakikati arayanların nefsaniyetten tecerrüt etmeleri gerekir. Gazali bunu bir benzetmeyle açıklar. “Farzedin ki, hakikat çölde kaybolmuş bir bineğiniz olsun. Önemli olan bineği kimin bulmuş olması değil, bineğin bulunmuş olmasıdır. Matlup odur. Kimin bulduğu ise, teferruattan ibarettir..” Burada en tehlikeli şey, bu samimiyetin suiistimal edilmesidir. Bu suiistimal ve korkusu ise, birçok hayrın önüne geçiyor ve tekâmülünü ve gelişmesini engelliyor. Burada da öyle bir sezi var. Fadlallah, son sıralarda Sünnî-Şiî diyalogunun yanında bir de Şiî-Selefî diyaloguna destek veriyor. Suudi Arabistan’daki kimi Şiî âlimleri de (Hasan Nassar gibi) böyle bir diyalogu alkışlıyorlar.
Bununla birlikte, Osman Osman bu arayışların gerisinde siyasî saiklerin ve diyalogun siyaset tarafından tavzif edilme ihtimalinin bulunduğunu söyledi. Bu Fadlallah’a bir dokundurmaydı. Yani manipülatif olabileceğini ima etti. Fadlallah da siyasî gelişmelerin bir şekilde bunu mecbur kıldığını söyledi. Sözgelimi; Irak’ta Şiî-Sünnî (taifiyye) çekişmesi ve Lübnan’da böyle bir ihtimalin varlığına dikkat çekti. Bununla birlikte, Fadlallah, ‘fitne taifiyye/bölücü ve mezhebî fitne’ tabirini kabul etmiyor. Bunun yerine, ‘sınırlı kontrol dışı bazı gelişmeler’ ifadesini yeğliyor. Diyalogun kitabını yazan Fadlalllah diyalogun sokağa taşmadan evvel, seçkinler (nuhbe) tarafından enine boyuna yapılması gerektiğini söylüyor. Hilafiyat konularına ve işin özüne inilmesi gerektiğini ifade ediyor. Ondan sonra diyalogun sokakta etkisini gösterebileceğini ve devam edebileceğini söylüyor. Gerçekten de Fadlallah’a bu noktada katılmamak mümkün değil. Fadlallah, umumiyat alanında yapılan diyalog toplantılarının havanda su dövmekten farklı olmayacağını ve bunun jest yapmaktan ve mesaj vermekten öteye ve ileriye gitmeyeceğini ifade ediyor. Halbuki Kitabullah ışığında Cenab- Hak’ın kâfir kullarıyla ve iblislerle dahi diyalog kurduğunu da hatırlatıyor. Fadlallah, seçkinler (elitler) arasında diyalogun doğrudan yapılması gerektiğini de ifade ediyor.
Devamı yarın
20.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|