Âhirzamanda gelen son müceddit Bediüzzaman Hazretleri çok yönlü bir insandı. Bir cemaatin yapabileceği çeşitli hizmetleri tek başına icrâ ediyordu. Eski Said dönemindeki hayat safhaları buna şahitti.
İlk defa 1907 yılında İstanbul’a gelmişti. Âlimlerle yaptığı ilmî tartışmalar ve sorulan her soruya doğru cevaplar vermekle şöhreti hemen yayılmış, hattâ padişaha kadar ulaşmıştı. O, bir hürriyet âşığıydı. Genç yaşta geldiği İstanbul’daki hürriyet hareketlerine katkıda bulunmuş, 23 Temmuz 1908’de ilân edilen meşrûtiyet rejimini müdafaa sadedinde, 25 Temmuz günü Sultan Ahmet Meydanı’nda “Hürriyete Hitap” namındaki meşhur nutkunu binlerce kişiye irticâlen sunmuştu.
Medresetü’z-Zehrâ adıyla Van’da bir İslâm üniversitesi kurma projesini ulemaya ve devlet erkânına anlatan Bediüzzaman gerçek bir eğitimciydi. Bu projesiyle hem Doğu vilayetlerindeki cehâleti gidermeye çalışıyor, hem de muhtelif ırklara mensup Müslüman devletler arasında çıkabilecek ırkçılık belâsına panzehir olarak, İslâm kardeşliğini tesis etmeye gayret ediyordu.
Geniş salonlarda konferanslar, meydanlarda nutuklar, camilerde vaazlar, gazetelerde makaleler yazmak gibi çeşitli hizmetler veren Bediüzzaman, bir taraftan da kitaplar telif ederek milleti irşat vazifesini îfa ediyordu. “Bizim düşmanımız cehâlet, zarûret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san'at, marifet ve ittifak silâhıyla cihad edeceğiz” diyen Bediüzzaman, hastalıkların özünü tesbit etmiş, tedâvi çarelerini de göstererek, o istikamette hizmetler üretmişti. Ama, asıl hastalığın iman zayıflığı olduğunu bilen Üstad, Cumhuriyet döneminde telif ettiği Nur Risâleleriyle en büyük hizmeti gerçekleştirmişti. Altı bin sayfayı aşkın tahkîki iman dersleriyle, toplumun taklit mertebesindeki geleneksel imanlarını tahkik mertebesine yükseltmiş, milyonlarca insanın imanına hizmet ederek, onları, mensubu olduğu dinlerinin esaslarını yaşar hâle getirmiştir.
Bediüzzaman’ın tek bir hedefi vardır. O da rızâ-yı İlâhî dairesinde iman ve İslâm’a hizmet etmektir. Bu yolda meşrû olan her türlü vasıtayı kullanmaktan çekinmemiştir. 1950’li yıllarda ilk defa teyp cihazını görüp, ondan dersi dinleyince “Bu, Risâle-i Nur hâfızıdır” demiştir. Bediüzzaman’ın bu mesleğinden ve tarzından ders alan Nur talebeleri, gazete, dergiler, çeşitli İslâmî kitaplar, seminer, konferans, panel ve açık oturumlar, sesli ve görüntülü yayınlarla iman hakikatlerine hizmet ederek geliyorlar. Milletin ve bilhassa gençliğin imanını kuvvetlendirmek ve İslâm dinini yaşanır hale getirmek için bütün güçleriyle çalışıyorlar.
Bu cümleden olarak, yeni inşâ ettiğimiz Asya-Nur Kültür Merkezi’nde Ramazan ayı boyunca kıldığımız Teravih namazları öncesi yarım saati aşkın risâle dersleri yaptık. Vakit namazları sonrasında öğle ve ikindiyi müteâkip mahalleden gelen yeni insanlarla iman hakikatlerini mütalâa ettik. Hâlâ bu geleneğimizi devam ettiriyoruz.
Nihayet, salonumuzda ilk seminerimizi takdim ettik. Ankara’nın bazı mahallerinden temsilen gelenler de vardı. 120 metrekarelik salon oldukça kalabalık bir katılımcıyla dolmuştu. Gelenlerin üçte biri tamamen yeniydi. Pazar akşamları devamlı yapılacak bu seminerler dizisinin ilkinde, “İman, insan ve kâinatın sırları” konusunu işledik. Nur Risâlelerinin kalbi gibi çok özet konulardı. Sekiz bölümden oluşuyordu. Her bölüm bir seminer konusu olacak kadar kapsamlıydı. Yetmiş dakika süren seminer, cidden alâkayla tâkip edildi. İkram arasından sonra gerçekleşen soru-cevap bölümü ile katılımcıların ilgi oranı açıkça belli oluyordu. Toplam iki saate yaklaşan program bittiğinde hepimizin ruhu bayram yapıyordu. İyi bir başlangıç olmuştu. Katılımı ve katkılarıyla programa güç katan bütün dostlara şükranlarımızı sunuyoruz.
Bulunduğu semtin mânevî bir merkezi konumuna gelme istidadı olan Asya-Nur Kültür Merkezinde, gençlik sveminerleri ve aylık konferans çalışmaları da plânlanıyor. Bu mânâda, haftalık umumî derslerin de yapıldığı çok amaçlı kültür merkezlerinin sayılarının çoğalmasını ve en güzel şekilde değerlendirilmesini Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyoruz.
14.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|