Meşrû dairenin kapsam alanı oldukça geniş
Meşrû dairenin keyfe kâfî olduğunu biliyoruz. Bu meşrû dairenin, insanın masum bütün ihtiyaçlarına cevap verdiğini de biliyoruz.
Bunun tersi olan gayr-i meşrû dairede lezzet ve keyfin olmadığını, gayr-i zarûrî ihtiyaçların insanın maddî ve manevî dünyasına faydasının olmadığını da biliyoruz.
Dolayısıyla yolun iki olduğu apaçıktır. Meşrû daire ve gayr-i meşrû daire.
Meşrû dairenin, Kur’ân’la hadleri çizilmiş, Resûl-i Ekrem (asm) ile uygulama alanına çekilmiş ve asırlardan beridir de, uygulandığında insanların ve milletlerin tarihlerinde çok olumlu, müspet, pozitif sonuçlar vermiş davranışlar bütünü olduğunu da, artık bilmeyen kalmadı.
Huzur ve saadet arayışını, meşrû daire dışında aramış bütün toplumlar ve bireyler, yanlış adresleri denediklerinin artık farkına vardılar. Bu farkına varış, hem Batı toplumu için söz konusu, hem de Müslüman toplumlar için söz konusudur.
Maddeyi mânânın önüne çekmiş anlayış iflâs etti.
Varlığı müsbet anlamanın dışında ve ötesinde kullanan anlayış mutlu olamadı. Onun için cebine haddinden fazla para koyduğunuz genç, bütün geçim ihtiyaçlarını karşıladığınız oğul, rahatı için bütün konfor malzemelerini temin ettiğiniz kızınız mutlu olamadı.
Yani dinin çizmiş olduğu hadlerin dışındaki bütün ilgiler, bütün şefkatler, bütün sevgiler beraberinde mutluluğu taşımadı. Onun için insan sonra sonra anladı ki, Allah’ın sevgisi, şefkati, merhameti dışındaki atılan bütün adımlar beraberinde acı tokatlar taşıdı.
Hakka giderken, kullanılan
vasıtalar da hak olmalıdır
Hakka giderken kullanılan vasıtaların da hak olması gerekir. O yüzden batıla giden adam, eğer hak vasıtalar kullanıyorsa, muvakkaten de olsa galip olabiliyor.
Meşrû dairenin dışı, hem o daireyi yaşayanlar için, hem de yaşaması arzu edilenler için keyif taşımıyor. Meşrû dairenin dışındaki vasıtalar, nasıl özellikler içerirse içersin, mutluluk getirmiyor.
Ondandır ki, insanlar mutlu, rahat olmak için yeri geldiğinde taksitli banka kredilere girip, haramlara da bulaşarak lüks otomobiller, lüks evler, lüks kullanım eşyaları aldılar, ama bu meşrû dairenin dışına çıkmış bütün adımlarda bu adımların acı sonuçlarıyla karşılaştılar. Onun için faize, harama bulaşmış bütün insanlardan acı hatıraların bulunduğu şikâyetler dinlenmektedir. Yani faize bulaşmış da, bunun neticesinde mutlu olmuş, huzur bulmuş insan manzarası yoktur. Biz uzaktan öyle görmesek bile, davulun sesi, bize uzaktan hoş geliyordur. Gerçekte öyle değildir. Böyle insanlara değil özenmek, ancak acınmalıdır.
Mekanizmayı bozduk, varlığın yaratıcısıyla bağlarını kopardık; her şeyi sahiplendik, dünyevîleştik; ama sonuçta dünya ahiret dengemiz bozuldu.
Musibetler, birer kader kamçısıdırlar
Âyet-i kerime, insanlığın huzursuzluk kaynaklarının nerelerden geldiğine dikkatleri çekiyor; “Sana gelen her güzel şey Allah-ü Teâlâdan gelmektedir. Sana gelen her kötülük de kendindendir.” (Nisa Sûresi, 78)
Huzur, saadet, maddî ve mânevî lezzet halleri Rabbimizin bize birer ihsanıdırlar. Çirkinlikler, haramlar, arızalar, kötülükler kişinin nefsindendir. Onun için bir kötülükle, bir çirkinlikle karşılaşıldığında hiç kimseleri suçlamadan, kabahati kimselerde aramadan kişi nefsine dönmeli ve hatanın, yanlışın kaynağını bulup, onu gidermeye çalışmalıdır. Başa gelen sıkıntılar, musibetler insanda bir takım olumlu gelişmeleri, yaşadıklarımızı sorgulamayı netice vermelidirler. Bu gözle bakıldığında, musibetler, dergâh-ı İlâhiye sevk etmek için birer kader kamçısıdır.
İnsan, haramdan, dinin müsaade etmediği hallerden önce kendisini temizlemek durumundadır. Başa gelen musibetleri de böylece okumak gerekmektedir.
Gerçek musibet, dine gelendir
Başa gelen sıkıntılar, belâlar her ne kadar acı ve üzücü görünür ise de, kalbe ve ruha tatlı gelmektedir. Çünkü beden ile ruh, birbirinin zıddı gibidir. Birine acı gelen ötekine tatlı olur.
Musibet dini olmamak şartıyla musibet değildir. Dine gelmedikten sonra yaşanan her hâli, olumlu değerlendirmek gerekmektedir. O zaman denilebilir ki, meşrû daire alanı, dine uygun keyif alanı, hevesâta dair müsaade edilen lezzet alanı, aslında insanların ihtiyaçlarına yeterince cevap verebilecek derecededir ve bu alan yeterincedir. Bu alanı daraltma veya genişletme kişi haddinin üstündedir.
Dalâlet ve küfrün dışındaki her hâl için hamd etme vurgusu, bunun için önemlidir. Bu şu demektir, dalâlet ve küfür içermedikten sonra, her hâl ve davranış müspettir.
Helâllerin çeşit ve sayısı, haramlardan pek çoktur
Allah-ü Teâlânın mübah ettiği ve izin verdiği şeylerin çeşidi ve sayısı, haram kıldıklarından pek çoktur. Mübahlardaki fayda ve lezzet, haramlardakinden kat kat ziyadedir.
Onun için meşrû daire keyfe kafidir. Harama girmeye lüzum yoktur.
10.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|