Türkiye Cumhuriyeti nedense kuruluşundan beri bir türlü istikrara kavuşamadı. Irktan mezhebe, ideolojiden siyasete kadar her türlü farklılık bir çatışma aracı olmuş. Demokrasi ve hukuk gibi prensiplerin çoğu zaman sadece kâğıt üzerinde kalarak, en önemli makamların bile kuvvete dayalı çözümlerle belirlenir hale getirilmesiyle doğudan batıya herkes gözünü kuvvete dikerek istikrarı alabildiğine kırılgan hale getirmiştir.
Bir zamanlar aralıklarla devam eden anarşi ve terör, artık birlikte yaşamaya alışılması gereken bir gerçek haline dönüşmüştür. Vaktiyle, önleyici vuruş ile yeri-yurdu belli birkaç aşiret liderine karşı yapılan güya başarılı hareketler, altmış-yetmiş sene sonunda hadiseyi ulaşılamaz mekân ve boyutlara, hatta savaşın eşiğine taşımıştır. Şimdi geriye bakıp da önleyici vuruş muydu, yoksa uyuyan fitne uyandırılarak ideolojiye mi dönüştürüldü diye tartışmanın pek faydası yok artık.
Gerçekte devletin ta baştan göremediği, feodal sistemin artık bittiğiydi. Devletin politikaları ne olursa olsun, üç-beş aşiret liderinin elde tutularak bölgenin sağlama alınacağını düşünmek çağı okuyamamak demektir. Ya da büyük Fransız ihtilâli gibi olayları sadece kendisinin duyduğunu zannetmektir.
Dini, hayattan silmek maksadıyla bir araç olarak kullanılan ırkçılığın ve İslâm öncesi aidiyet arayışına yönelmenin herkesi aynı arayışa tahrik etmesi kaçınılmazdı. Birinin eski Moğolistan dinlerine kadar sayması, diğerinin eski İran Mecusilerine kadar gitmesiyle sonuçlandı. Kur’ân-ı Kerim’de “Hatta kabirleri de saymaya kadar gittiler” şeklindeki ifadede olduğu gibi ölmüş gitmiş ve mezar taşı haline gelmiş cahiliyye âdetleri, efsaneler, hurafeler ve hatta nemrutlar iftihar vesilesi sayıldı.
Şüphesiz, hadise, Anadolu’daki mütedeyyin vatandaşta değil, okusun diye gönderdiği gençlerde bitiyordu. Artık onları feodal sistem ya da aşiret bağı değil, dünya çapındaki ideolojiler ve içerideki kabirleri saymaya kadar giden anlayışlar yönlendiriyordu. Bizi bin senedir bir arada tutan İslâm, çağdışı ve irtica ilân edildiği için zaten gündemde yoktu. Peygamber ocağı ile ilgili bütün imajlar tahrip edilirken, öbür taraftan da “İslâm askerine silâh çekilmez” prensibi zihinlerden silinmeye çalışılıyor ya da mânâsız hale getiriliyordu.
Malûmunuz, Bediüzzaman Hazretleri yüz sene öncesinden bugünkü dehşetli sonuçları görerek bütün İslâm âlemine, özellikle Anadolu ve Ortadoğu’ya hizmet verecek din ve fen ilimlerinin birlikte okutulduğu üniversiteler kurulması gerektiğini ısrarla ifade etmişti.
Aslında tarih tekerrürden ibaret. İskenderiye okulundaki Yunan felsefesinin etkisiyle Batınîliğe dönüşen Şiâ-Fatımî siyaseti, bu günkü sıcak bölgelere geldiğinde Mecusilik gibi putperest anlayışlarla mezc olarak korkunç bir teröre ve suikastler zincirine dönüşmüştür.
Meşhur Selçuklu veziri Nizamülmülk ve İmam Gazalî, Nizamiye Medreseleriyle Batıniliğin halk ve ulemadaki desteğini yok ederek tersine çevirmiştir. Daha sonra Selahaddin Eyyubî vasıtasıyla el-Ezher’in fiilen de ehl-i sünnetin eline geçmesiyle İslâm dünyası birlik ve beraberlikte barış ve huzurda çağlara damgasını vurmuştur. Bugün çatışma sebebi olan farklılıklar, o zaman bizim Ortadoğu’daki en büyük gücümüz olmuştu. Bu günkü üniversiteleri bu yönden de masaya yatırmakta fayda var.
Bugün karikatür krizleriyle meşhur kuzey Avrupa ülkelerinin Güneydoğu ile ilgileri tesadüf değildir. Bölge, aynı zamanda Hıristiyanlık öncesi putperest dinlere ilginin en fazla olduğu bölgedir. Türkiye’de ırkçılık eğitimini tepki olarak alanların, lâdinî eğitimle önce Marksizm, son durak olarak da kuzey Avrupa’da sosyalizm ve ateizmde karar kılmaları ilginçtir. Bir zamanlar Orta Asya’daki kazılarıyla meşhur Kuzey Avrupa enstitüleri şimdi bizim sıcak bölgemizdeki efsanelerle ve cahiliyye dönemleriyle ilgileniyorlar. Kabir sayma işlerini başkaları adına onlar yapıyor.
Evet silâhı eline almış acımasız eşkıyaya karşı öncelikli olarak silâhın dışında bir çare henüz bulunmuş değildir. Fakat bunun uzun vadede bir şey ifade etmediği artık en yetkili ağızlar tarafından da itiraf ediliyor. Bataklığı kurutacak ve yeni katılımları önleyecek tedbirleri almak gerekiyor.
Tarihe bakıldığında bölgeden nice devletler, nice güçlü komutanlar gelip geçmiştir. Tutunabilen ve uzun ömürlü olanlar ise ancak İslâmî hassasiyeti olanlar olmuştur.
Durum gerçekten vahimdir ve inciticidir. Bir zamanlar haçlıların korkulu rüyası olan iki kardeş, şimdi ikisi de onların kapısını aşındırıyor. Güya hangisi daha çok destek alırsa o kazanacak. Halbuki kazanacak olan, kumardaki gibi her zaman tezgâhtır.
30.10.2007
E-Posta:
[email protected]
|