Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 30 Ekim 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Eğitim

Etkili dinleme ve not tutma yöntemlerini biliyor musunuz?

Öğrenci sınıfta öğretmenini dinlerken, öğretmenin anlattıklarından yola çıkarak daha sonra neler söyleyebileceğini tahmin etmeye çalışmalıdır. Bu da öğrencinin dikkatinin dağılmasını engeller ve öğrenciyi devamlı uyanık tutar. Hatta öğrencinin aktif olarak katılmasını sağlar. Öğrenci daha önceden o günkü konuları okuyarak sınıfa gelirse hem anlatılanlara yabancı kalmamış olur, hem de dersteki tahminlerini daha kolay bir şekilde yapar. Bu yöntemle öğrenci derste anlatılanları daha önce okuduğu için daha kolay bir şekilde hatırlar.

İkinci olarak fikirler basamağı karşımıza çıkıyor. Bu basamak bize önemli fikir ve düşüncelere önem vermemiz gerektiğini ve bunları göz ardı etmememiz gerektiğini anlatmaktadır. Öğrenci öğretmenin bir ders boyunca anlattıklarının anafikrini bulmaya çalışmalıdır. Ders boyunca kendi kendine, “Bu konunun anafikri nedir? Burada anlatılmak istenen nedir?” gibi sorular sorması gerekir. Bu sorular öğrencinin ana fikir ve kavramları bulmasına yardımcı olur.

Üçüncü olarak işaretler basamağına bakalım. Öğrenci sınıf içinde devamlı uyanık olmak zorundadır. Öğretmenin hiçbir dediğini kaçırmamalıdır. Öğretmenin işaretlerine karşı dikkatli ve uyanık olmalıdır. Bir öğretmen konuyu anlatırken mutlaka ufak ipuçları verir. Bazı konuların üzerinde ısrarla durur. Meselâ bir konunun önemli bir bölümünü anlatırken belirli kelimeler kullanır, ses tonunda farklılıklar oluşturarak çeşitli ipuçları verir. Öğretmenler seslerini yükselterek ya da “burası önemli”, “dikkat ederseniz” gibi sözel vurgularla önemli noktalara işaret ederler. Bir öğretmen hiçbir zaman, bu bir sınav sorusudur, demez; ama çeşitli ipuçlarıyla bunu belli eder. Bu ipuçlarından birkaçına örnek verirsek: önemli, başlıca, can alıcı, burada esas fikir, şunu unutmayın ki, sonuç olarak, bu sebeple, özetle vb. ...Bu ipuçlarına dikkat edildiği takdirde öğrenci sınavda sorulabilecek soruları tahmin edebilir.

Bir başka basamak ise “katıl” basamağıdır. Öğrenci sınıf içinde devamlı aktif olmalıdır. Pasif bir öğrenci hiçbir zaman başarılı olamaz. Öğrenci derse her fırsatta katılmalıdır. Öncelikle derse zamanında gelmeli, sınıfta oturacağı yeri iyi seçmeli; görebileceği, duyabileceği bir yere oturmalıdır ve ders sırasında öğretmenin söylediklerine gülümseyerek, kaşlarını çatarak, başını sallayarak olumlu ya da olumsuz tepki göstermelidir. Böylece öğretmen de anlaşılan ya da anlaşılmayan yerleri çok daha iyi bir şekilde görebilir. Ayrıca bu öğretmeni de memnun eder. Onun motivasyonunu artırır, onu cesaretlendirir. Öğretmen dinlenildiğinin farkına varır. Tersine, anlattıklarına karşı hiçbir tepki göstermeyen, donuk, pasif öğrenciler karşısında öğretmen de bir şeyler anlatmak istemez. Öğretmene sözlü ve bedensel mesajlar göndererek dersin kalitesini yükseltmek de öğrencilerin elindedir.

Beşinci olarak karşımıza “araştır” basamağı çıkıyor. Öğrenciler nedense ders sırasında soru sormaktan çok çekinmektedirler. Ve fikirlerini, görüşlerini rahatça söyleyememektedirler. Oysa ki bu çok yanlıştır. Ders sırasında anlaşılmayan bir yer varsa ya da merak edilen bir konu varsa bu soru rahatlıkla sorulmalıdır. Hiçbir şekilde çekinilecek bir durum söz konusu değildir. Sorulara verilen cevap anlaşılmadıysa ve açıklamalar yeterli değilse, yeni sorular sorulmalı ve açıklama yapılması istenilmelidir. Eğer ders içerisinde zaman yetmediyse, ders bittikten sonra öğretmene ya da diğer öğrencilere de sorulabilir.

En son basamak ise “not tutma” basamağıdır. Dinleme yoluyla öğrenilen bilgiler çok uzun süreler hafızada duramaz. Öğrenilenlerin zaman zaman tekrar edilmesi gerekir. Bir öğrenci ders sonunda, o derste dinlediğinin ancak % 55’ini hatırlayabilir. Tekrar yapılmadığı sürece bu oran bir hafta sonra % 17’lere düşer. Bu yüzden not tutmanın çok büyük bir önemi vardır. Not tutmanın iki önemli yararı vardır. Bunlarda birincisi eğitimin temel şartı olan “Aktif katılım”ı sağlar. Öğrenci derste pasif durumdan aktif duruma geçer. Not tutma sayesinde derste devamlı uyanık olur, dikkatini derse yoğunlaştırır ve dikkatinin dağılmasını engeller. İkinci önemli yararı ise unutmayı engellemesidir. Unutkanlık düşmanını bizim avantajımıza çevirerek en önemli girişim not tutmaktır. Özellikle alınan notlar eve gelince bir de temize çekilirse hafızaya daha iyi yerleşir.

Hidayet ERDOĞAN

30.10.2007


“Okuyup da ne olacak!” diyenlerden misiniz?

Akşam saatleri ve halk otobüsü hınca hınç dolu… Orta bölümde cam kenarında ayakta duracak bir yer bulabildiğim için kendimi şanslı hissediyordum. Yanımdaki genç, yüksek sesle arkadaşıyla konuşuyordu. Onun duraksamadan bir şeyler anlatması çevredekileri rahatsız etmeye başlamıştı. Delikanlı, açıköğretim lisesine devam ettiğinden bahsediyor ve okuyamadığı için duyduğu pişmanlığı dile getiriyordu. Kapının yanında duran beyefendi, ‘‘İyi ki okumamışsın’’ diyerek söze girdi. ‘‘Bak ben iki üniversite bitirdim. Şimdi sıradan bir emekliyim.’’ Genç, onun bu sözlerine şaşırdı; ‘‘Okumak güzel, faydalı…’’ diyerek kekeledi.

Yanımdaki ilköğretim öğrencileri, sağlık meslek lisesi öğrencileri, memurlar, dershaneye giden gençler hemen kendi aralarında konuşmayı kestiler ve oraya kulak kabarttılar. Benim kendisini dikkatle izlediğimi fark eden adam, elimdeki eğitim kitaplarına, sendikaların eğitim araştırmalarına dikkatle baktı ve ilköğretim çocuklarını göstererek: ‘‘Çok üzülüyorum bu çocuklara’’ dedi. Önce tebessüm edip; ‘‘Yine de öyle söylemeyin’’ dedim. ‘‘Ülkemiz ancak eğitimle kalkınabilir. Bizim eğitimi teşvik etmemiz gerek. Sokaktaki şiddet olaylarına katılan çocukların eğitimsiz olduğunu unutmayalım.’’ Adam çevresindekilerle eğitim ile ilgili farklı konuları konuştuktan sonra, biraz düşünüp; ‘‘Zaten okuyanlar da işsiz geziyor’’ dedi. Otobüs hızla hareket ettiği için tutunmak için yoğun çaba harcıyorduk. Kırmızı ışık yanıp da otobüs durunca omzuma dokunup gülümsedi: ‘‘Tabiî ki herkes okumalı, ama lise sınavlarında ve üniversite kapılarında bekleyen gençlere çok üzülüyorum. Onlar için elimden hiçbir şey gelmiyor.’’ Sonra otobüsten inip sessizce uzaklaştı…

Hepimiz çocuklarımıza güzel bir gelecek hazırlamak için bütün gücümüzle çalışıyoruz. Ama bazen elimizden bir şey gelmediğini düşünüp çaresizlik ve öfke hissedebiliyoruz. Ama tekrar düşündüğümüzde eğitimin önemini yeniden kavrıyoruz. Eğitim herkes için gereklidir. Özellikle kız çocuklarını okutmalıyız. Geleceğin annelerini eğitmenin ne büyük bir zenginlik olduğunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız. Bir eğitimli insan, bin kişiyi eğitir. O bin kişi, yüz bin, bir milyon, on milyon, yüz milyon kişi olur…

Eğitim konusunda her zaman hassas olmalı ve okumak isteyenlerin elinden tutmalıyız. Gelişmiş ülkeler üniversite eğitimini teşvik ederken, biz hâlâ okuma yazma oranını arttırmaya çabalıyoruz. Hiçbir şey için geç değildir. Hayatımızın her anında eğitim için yeni bir adım atabiliriz. Hadi, hemen şimdi çalışmaya başlayalım! Mutlu bir hafta geçirmeniz dileğiyle…

Mustafa OĞUZ

30.10.2007


EĞİTİM DÜNYASINDAN HAFTAYA BAKIŞ

II. Uluslararası Okul Öncesi

Eğitim Kongresi sona erdi

Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Okul Öncesi Anabilim Dalı tarafından ilki 2004’de yapılan Uluslar arası Okul Öncesi Eğitim Kongresinin, bu yıl ikincisi düzenlendi. 24–27 Ekim tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen kongreye İngiltere, Almanya gibi birçok ülkeden yaklaşık yüz dolayında uzman katıldı. Hepsi de sundukları bildirilerle kendi ülkelerindeki gelişmeleri ve bu alanda yapılan araştırmaları tanıttılar. Kongreyle ilgili gazetemize bilgi veren Özgül Polat Unutkan şu noktaların altını çizdi; ‘‘Okul öncesi dönemin insan hayatnın en temel dönemi olduğu gerçeğinden yola çıkarsak, bu dönemde verilecek eğitimin sağlıklı, topluma katkı yapacak bireyleri yetiştirmek açısından önemi daha kolay anlaşılabilir.’’

İslam Ülkeleri Eğitim Kongresinde,

eğitim sorunları tartışıldı

İslâm Konferansı Örgütü (İKO) üyesi ülkelerin katıldığı eğitim kongresinde, Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, ‘‘Avrupalı ilim adamları Müslümanların bilim dünyasına verdiği katkıyı biliyor. Biz bununla övünüyoruz. Ancak bizim onlara verdiğimiz tohumlar büyüdü ve meyve veren ağaç oldular. Biz şimdi o ağaçların meyvelerini satın alıyoruz. Buna bir son vererek kendi meyvelerimizi üretmeliyiz’’ diye konuştu. Pakistan Millî Eğitim Bakanı Ashraf Javed, ‘‘İslâm ülkeleri ilköğretimden, üniversiteye kadar bütün eğitim seviyelerinde kriz içindedir’’ dedi. İSAV Başkanı Prof. Dr. Ali Özek de İslâm ülkelerinin halinin içler acısı olduğuna ve eğitimin en az lise seviyesinde verilmesi gerektiğine dikkat çekti. Senegal Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Doç. Dr. Adama Diop da Afrika’nın eğitim eksikliği sebebiyle gelişemediğini dile getirdi.

Seviye Belirleme Sınavı (SBS)

Haziran 2008’de yapılacak

Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, ilköğretim 6 ve 7’inci sınıfların Haziranda ilk kez girecekleri Seviye Belirleme Sınavı’na ilişkin basın toplantısı yaptı. SBS bu yıl ilköğretim 6. sınıflar için 21 Haziran 2008, ilköğretim 7. sınıflar için ise 22 Haziran 2008’de yapılacak. Öğrencinin yüzde 25’lik başarı ve yüzde 5’lik davranış, o yıla ait SBS notunun yüzde 70’i alınarak sınıf puanı hesaplanacak. Tek puan türü hesaplanacak. Özel yetenekle öğrenci alan spor okulları veya güzel san'atlar liseleri ile genel liselere sınavla girilmediği için SBS bütün öğrenciler için zorunlu değil. Sınavlarda öğrencilere Türkçe, Matematik, Fen ve Teknoloji, Sosyal Bilgiler ile Yabancı Dil derslerinden sorular yöneltilecek. Öğretmen ve öğrencileri bilgilendirmek ve soru tiplerini göstermek için Aralık ayında pilot uygulama sınavları yapılacak.

Çocuklar interaktif yöntemle İngilizce öğrenecek

Millî Eğitim Bakanlığı, bilgisayar üzerinden ilköğretim öğrencilerine interaktif dil eğitimi vermeyi amaçlıyor. İlköğretim 4, 5, 6, 7 ve 8. sınıflara yönelik bu yöntemle öğrenciler, internet bağlantısı olan herhangi bir bilgisayarla istediği zaman İngilizce çalışabilecek. Öğrencilerin sistem üzerinden yaptığı her türlü çalışma öğretmenler tarafından incelenebilecek. MEB, CD’nin içindeki programa ilişkin bilgilerin yer aldığı bir web sayfası da hazırlanacak. MEB yetkilileri, sistemin bu sene ilk kez ilköğretim 6. ve 7. sınıflara yönelik yapılacak ve içinde İngilizce sorularında yer alacağı SBS için de yararlı olacağını belirtiyor.

30.10.2007


EĞİTİM ARAŞTIRMALARI

Öğretmenler durumlarından memnun değil

Bağımsız Eğitimciler Sendikası (BES) Genel Başkanı Gürkan Avcı tarafından açıklanan araştırma raporuna göre; Eğitim çalışanlarının yüzde 85’i fırsat tanınması durumunda daha iyi ücret veren ve sosyal haklar tanıyan devlet kuruluşlarına yatay geçiş istemektedir. Durumlarından memnun olmadıklarından dolayı, hizmet yılını tamamlar tamamlamaz emekli olmak isteyenlerin oranı yüzde 87’dir. Yüzde 91’i ise yöneticileri yetersiz, donanımsız, siyasete angaje olmuş ve başarısız görüyor. Araştırmanın sonuçlarına göre öğretmenler en az sorunu eğitim bileşenleri arasında öğrenci ve velilerle yaşıyor. Yüzde 74’ü yaşadıkları sorunları yöneticileriyle paylaşmıyor. Eğitim Çalışanlarının yüzde 73’ü okuldaki çalışma şartlarından, yüzde 82’si okuldaki çalışma ortamından, yüzde 88’i okul ve evi arasındaki mesafeden memnun değil. Eğitim çalışanlarının yüzde 85’i, masraflı oluşu ve ücretlerde, terfilerde geçerliliği olmaması sebebiyle, kendini yenileme–geliştirme, yüksek lisans-doktora gibi akademik çalışmalar yapmayı düşünmüyor. Öğretmenlerin; yüzde 44’ü hafta sonlarında, yüzde 79’u şubat ve yaz tatilinde çalışıyor. Eğitim çalışanlarının yüzde 65’i işiyle, özel hayatı arasında denge kuramadığını, yüzde 79’u ise ciddî ekonomik sorunları olduğunu belirtti. ‘Bir eğitimci olarak kendinizi yeterli ve başarılı buluyor musunuz?’ sorusuna, yüzde 69’u kendisini başarılı bulamadığını belirtti. ‘Çocuğunuza hangi mesleği önerirsiniz’ sorusuna, öğretmenlerin yüzde 33’ü bankacılık, işletme, borsa, yüzde 19’u doktorluk, yüzde 14’ü bilgisayar mühendisliği ve diğer mühendislikler, yüzde 11’i avukatlık, hâkimlik ve kamu yöneticiliği, yüzde 10’u subaylık, yüzde 7’si ise öğretmenliği tavsiye ederim, diye cevap verdi.

Beyin göçünün Türkiye’ye maliyeti 2 milyar dolar

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) tarafından yayınlanan ‘‘Türkiye’de Araştırma-Geliştirme: Ne durumdayız? Ne yapmalıyız?’’ başlıklı araştırmaya göre: Türkiye en fazla beyin göçü veren 34 ülke arasında 24’üncü sırada. İyi eğitim gören 100 kişiden 73’ü yurt dışında çalışmak ve yaşamak istiyor. Yurt dışında öğrenim görenlerin yüzde 77’si ülkeye kesin dönüş yapmak istemiyor. Türkiye bugün iyi eğitim görmüş gençlerin yüzde 41’ini elinde tutabilmektedir. YÖK verilerine göre 24 bini Almanya’da, 15 bini ABD’de olmak üzere 50 binden fazla Türk genci yurt dışında eğitim görüyor. Türkiye yurt dışına en çok öğrenci gönderen ülkeler arasında 11’inci sırada yer alıyor. Beyin göçünün Türkiye ekonomisine yıllık maliyetinin 2–2,5 milyar doları bulduğu tahmin ediliyor. Araştırmada ‘‘Bu büyük maliyeti azaltmak için politika ve alt yapı oluşturulmalıdır. Dönenlerin büyük bir kısmının verimli çalışmaları için gerekli tedbirleri almak ve ‘tersine beyin göçü’ yollarını açmak zorunludur’’ görüşüne yer veriliyor.

30.10.2007


BİRAZ TEBESSÜM

Bu haksızlık öğretmenim

Öğretmen yazı yazmayı yeni öğrenmiş iki öğrencisine kızar ve defterlerine ellişer kez adlarını yazmalarını söyler. Öğrencilerden biri bu karara itiraz eder: ‘‘Öğretmenim, ama bu haksızlık.’’ ‘‘Neden haksızmışım?’’

‘‘Onun Ali, benimki ise Abdurrahman…’’

30.10.2007


SÖZ BİRLİĞİ

Çocuklarınızı eğitin!

Bir ülkede okumaya karşı istek artmadıkça, gaflet ve bu gafletten doğacak felâket azalamaz (B. Franklin). Tanıdığım çok sayıda yetenekli insanın, kendilerini daha küçük yaşlardan itibaren kaderlerine terk etmiş ve buna boyun eğmiş olduklarını biliyorum (J. Kirschner). Eğitimin sırrı öğrencilere saygı ile başlar (Emerson). Güneş olamazsan yıldız ol, ama gökteki en parlak yıldız sen ol (B. Tagore). Çocukların, öğütten çok iyi örneğe ihtiyaçları vardır (J. Jourbert). Hiçbir şey bilmeyen hiçbir şeyi sevmez. Hiçbir şey anlamayan değersizdir. Oysa anlayan kişi aynı zamanda sever, farkına varır, görür… Bir şeyin aslında, ne kadar bilgi varsa daha fazla sevgi vardır (Paracelsus).

30.10.2007


BİR DÜŞÜN

SEVGİ SOFRASINDA NASIL DOYULUR?

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: ‘‘Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?’’ ‘‘Bakın göstereyim’’ demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden yüreğe indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da ‘derviş kaşıkları’ denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş sofradakilere, ‘‘Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz’’ diye bir de şart koymuş. ‘‘Peki!’’ deyip içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlarmış ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine, ‘‘Şimdi’’ demiş ermiş: ‘‘Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.’’ Yüzleri aydınlık, gözleri sevgiyle gülümseyen insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. ‘‘Buyurun’’ denilince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. ‘‘İşte’’ demiş ermiş ve eklemiş: ‘‘Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz ve şunu da unutmayın, hayat pazarında alan değil, veren kazançtadır daima.’’

30.10.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri