Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 30 Ekim 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

İyilik yapan ve iyi kullukta bulunanları işte Biz böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz o Bizim mü'min kullarımızdandı.

Saffât Sûresi: 110-111

30.10.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Üç kişi bir araya geldiğinde, ikisi üçüncüyü bir tarafa bırakıp da aralarında gizlice konuşmasınlar.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 463

30.10.2007


Cumhuriyet; adâlet, meşveret ve kanunda inhisâr-ı kuvvetten ibârettir

Hakikat

26 Şubat 1324 (Mart 1909)

Dinî Ceride, No: 70

Biz ‘Kalû Belâ’dan Cemiyet-i Muhammedîde dâhiliz. Cihetü’l-vahdet-i ittihadımız, Tevhittir. Peymân ve yeminimiz, îmandır. Madem ki muvahhidiz, müttehidiz. Herbir mü’min Îlâ-yı Kelimetullah ile mükelleftir. Bu zamanda en büyük sebebi maddeten terakkî etmektir. Zira, ecnebîler fünûn ve sanâyi silâhıyla bizi istibdad-ı mânevîleri altında eziyorlar. Biz de, fen ve san’at silâhıyla Îlâ-yı Kelimetullahın en müthiş düşmanı olan cehil ve fakr ve ihtilâf-ı efkârla cihad edeceğiz.

Amma cihad-ı haricîyi Şeriat-ı Garrânın berâhin-i kàtıasının elmas kılınçlarına havale edeceğiz. Zira medenîlere galebe çalmak iknâ iledir, söz anlamayan vahşîler gibi icbar ile değildir. Biz muhabbet fedâileriyiz; husumete vaktimiz yoktur. Cumhuriyet ki,* adâlet ve meşveret ve kanunda inhisâr-ı kuvvetten ibârettir. On üç asır evvel Şeriat-ı Garrâ teessüs ettiğinden, ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i İslâma büyük bir cinâyettir. Ve şimâle müteveccihen namaz kılmak gibidir. Kuvvet kanunda olmalı. Yoksa, istibdat tevzî olunmuş olur. “Şüphesiz ki Allah, mutlak kuvvet ve kudret sahibidir” hâkim ve âmir-i vicdanî olmalı. O da mârifet-i tam ve medeniyet-i âmm veyahut din-i İslâm namıyla olmalı. Yoksa istibdat daima hükümfermâ olacaktır.

İttifak hüdâdadır, hevâ ve heveste değil. İnsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar. Herşey hür oldu. Şeriat da hürdür, meşrutiyet de. Mesâil-i Şeriatı rüşvet vermeyeceğiz. Başkasının kusuru insanın kusuruna senet ve özür olamaz. Yeis, mâni-i her kemâldir. “Neme lâzım, başkası düşünsün” istibdâdın yadigârıdır.

Bu cümlelerin mâbeynini rabtedecek olan mukaddematı, Türkçe bilmediğim için mütâliînin fikirlerine havâle ediyorum.

* O zaman Meşrutiyet; şimdi o kelime yerine Cumhuriyet konulmuş.

Divân-ı Harb-i Örfî, s. 64

Lügatçe:

cihetü’l-vahdet-i ittihad: Birleştiren temel unsur.

peymân: Yemin.

muvahhid: Bir olan Allah’a inanan.

Îlâ-yı Kelimetullah: Allah kelâmının büyüklüğünü yaymak.

ihtilâf-ı efkâr: Fikirlerin ayrılığı.

berâhin-i kàtıa: Kesin deliller.

husûmet: Düşmanlık, kin, garaz.

inhisâr-ı kuvvet: Kuvvetin bir elde toplanması.

tevzî: Dağıtmak.

yeis: Ümitsizlik.

mâni-i her kemâl: Her mükemmelliğe engel.

mâbeyn: Ara, arası.

rabtetmek: Bağlamak.

mütâliîn: Mütâlaa eden, inceleyen.

Bediüzzaman Said NURSÎ

30.10.2007


Parmak damarları, mahremiyet ve ehadiyet

“Japonlar, bir otomobilin direksiyonuna yerleştirilerek, sürücünün parmak damarlarının görüntüsünü tespit edecek bir âlet tasarladı.

“Aracın, tanımlanan sürücü dışında başka birinin direksiyona geçmesi halinde harekete geçmemesini sağlayacak mekanizma, parmağın damar şemasının tanımlanmasına yönelik biyometrik teknolojiye dayanıyor.

“Japon elektronik grubu Hitachi, parmak damarlarının kişiye mahsus olduğunu, zaman içinde değişmesinin ya da müdahaleyle değiştirilmesinin imkânsız olduğunu söylüyor.”

(AA, 25.10.2007)

Bilim dünyası, her geçen gün, insanların kendilerine has bazı özelliklerinin olduğunu tespit ediyor.

Daha önce de, insanların yüz, parmak izleri, beyindeki elektromanyetik dalgalar vb. yönleriyle birbirlerinden farklı oldukları ifade edilmişti.

Sözgelimi, beyindeki elektrik aktivitelerin her insanda farklı oluşundan yola çıkılarak, elektronik güvenlik sistemleri geliştirildiği ve bu sistemin büyük şirketlere pazarlandığı ifade ediliyordu.

Bu kez, her insanın ‘parmak damar şemasının’ farklı olduğu ve bu özellikten faydalanılarak araç güvenliğini sağlayacak bir sistemin geliştirildiği ifade ediliyor.

Şüphesiz bunlar, Yaratıcının tek ve bir oluşunun delilleri. Çünkü yaratılan her farklı özelliğin, diğer özellikleri de bilen ve yaratan birinin eseri olduğu, aklın gereği. Bediüzzaman, bu tevhid delilini, “ehadiyet” kavramıyla ifade ediyor.

Görüyoruz ki, varlık âlemindeki bu ehadiyet tecellisi, güvenlik sahasında müspet anlamda kullanılabiliyor. Bediüzzaman, insanoğlundaki bu farklı yaratılış özelliklerinin hikmetini “..hukuk-u insaniyenin (insan haklarının) muhafazası için” şeklinde ifade ederken, güvenlik sahasındaki bu kullanıma işaret etmiş olsa gerek.

Bu anlamda, ehadiyet tecellîsi, insan hukukunun, bilhassa mahremiyet ve güvenlik alanlarında korunması açısından, Allah’ın insanoğluna bahşettiği büyük bir nimet.

Öyle anlaşılıyor ki, modern hayatın mahremiyet ve güvenlik sorunlarına çözüm yolları sunan bu tarz bilimsel gelişmeler, bir yandan da Yaratıcı’nın varlık âlemindeki ehadiyet tecellîlerini ortaya koymaya devam edecek.

İsmail TEZER

30.10.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri