Gökyüzünü kara bulutlarla kaplanmış gibi her tarafı karanlık içinde görmek karamsar bir ruh hâletinin eseridir. Böyle birisi içindeki karamsarlığı her tarafa taşımak ister. Siyah bir gözlük ile dünyaya bakan her yeri karanlık görür. Güneşi bile kararmış görmek mümkündür.
Karamsar olmak kaderi tenkit etmek ve hikmet-i İlâhiyeyi ittiham etmek demektir. “Kaderi tenkit eden başını örse vurur, kırar.” Mü’min iyimserdir; yani pozitif insandır. Etrafına daima iyimserlik ve ümit telkin eder. Yani, etrafına pozitif enerji yayar. Kur’ân-ı Kerim “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz” buyuruyor. Bu prensip Kur’ân’ın hükmettiği kıyamete kadar geçerlidir. Ümitvâr olan insan, her olumsuzda bir ümit ışığı, her sonuçta bir başlangıç ve her sıkıntıda bir çıkış bulan insandır. Ne demişler “Çaresizseniz, çare sizsiniz! Ümitsizseniz, ümit sizsiniz!”
İnsanın hayattaki başarısı ümitsizliği ümide, çaresizliği çareye, sıkıntıyı ve felâketi yeni bir çıkış kapısına çevirebilme maharetine bağlıdır. Ne demişler “Yiğit düştüğü yerden kalkar.” Ümitsizliği ve çaresizliği bedbinliğe çeviren insanlar hakkında Peygamberimiz (sav) bakınız ne buyuruyor: “Kim insanlar helâk oldu derse, bilin ki kendisi helâk olmuştur.” Kendi penceresinden dünyaya bakan insan, penceresinin rengine göre dünyayı gördüğü için gördüğünü aktarmaktadır. Gerçek ise gördüğünden farklıdır.
***
Her insanın gelecek ile ilgili beklentileri vardır. Kişi olayların, beklentisine göre şekillenmediğini gördüğü zaman ümitsizliğe düşmekte ve işlerin kötüye gittiği sonucunu çıkarmaktadır. Ama gerçekte ise her şeye kader hâkimdir. Allah’ın iradesi kader şeklinde tecellî etmekte ve her şeyi her yönü ile bilen ve her şeyi idare eden yüce Allah, daima hayr-ı mahz olan hükmünü icrâ etmektedir. Bunu bilen ve buna inanan, kadere teslim olup rıza ve tevekkül ile Allah’a dayanmakla rahat ve huzur bulabilir. Bunun için yüce Allah “Sizin hayır bildiğiniz şeyde şer olabilir, şer bildiğiniz şeyde de hayır bulunabilir. Siz bilemezsiniz; ama Allah bilir” buyurarak bizi tesellî etmekte ve kadere rıza ve teslimiyet dersi vermektedir.
Peygamberler ve salih insanların hayatlarına baktığımız zaman görüyoruz ki onların da gelecekten beklentileri istedikleri gibi olmamıştır. Hatta pek çok konuda yüce Allah’tan istekleri olduğu ve duâ ettikleri halde duâları istedikleri tarzda kabul edilmemiş, bunun yerine Allah’ın iradesine, yani kadere rıza ve teslimiyet ile Allah’a tevekkül dersi almışlardır. Peygamberimizin (asm) dahi beklentilerinin bir çoğu vuku bulmamıştır. Amcası Ebu Talip için hidayet beklentisi bir temenniden ibaret kalmıştır. Bediüzzaman’ın Abdulhamid’den, İttihat ve Terakki’den, Ahrarlar’dan, Demokratlar’dan ve TBMM’den beklentileri vardı. Bu konuda pek çok çaba ve gayretleri de olduğu halde herşey isteğine ve beklentisine göre şekillenmemiştir.
Ama bütün bunlara rağmen asla ümitsizliğe düşmemiş ve doğruları her zaman ve zeminde müdafaa etmeye devam etmiştir. Allah’ın iradesi bütün iradelerin üzerinde hikmetine uygun tecellî etmeye ve insanları imtihan etmeye devam etmektedir. Buradaki başarı Allah’ın iradesine teslim olabilmek ve son derece mütevekkil olabilmektedir.
***
Her insanın hayatında yakınlarından, çocuklarından ve dâvâ arkadaşlarınan beklentileri olmakta; ama pek çoğu beklentisine göre şekillenmemektedir. Bu konuda bütün gayret ve çabalarının boşa gittiğini gördüğü zaman büyük bir hayal kırıklığı ile ümitsizliğe düşmektedir. İşte bu noktada imdadına imanı yetişmekte ve “Sen bütün bunları Allah rızası ve emr-i ilâhiyi ifa etmek niyeti ile yaptın. Bunun için ümitsizliğe düşme ve çalışmalarının boşa gittiği düşüncesine de kapılma. Zira her şeye kader hâkimdir. Allah elbette hakkında hayır olanı murad etmektedir. Sana da kadere rıza ve tevekkülün derecesinde mükâfatını verecektir. Öyle ise kaderine razı ol, doğru bildiğin yoldan asla ayrılma ve Allah’a güvenmeye devam et!” dersini vermektedir.
Bütün bu sebeplerden dolayı sonuca odaklanmak yanlıştır. Doğru olanı sürece odaklanmak, emredileni ve Allah’ın rızasına götüreni yapmaya devam etmektir. Netice Allah’ın hikmetine tabidir. Muvaffak etmek veya etmemek ona bağlıdır. İşte gerçek tevekkül ve ihlas bu noktada kendisini göstermektedir. Biz bize ait olanı yapmalıyız. Allah’ın işine ve hikmetine karışmamalıyız.
Sonuç olarak şairin dediği gibi “Dost bî-vefâ, felek bî-rahm, talih zebûn, devran bî-sukûn” dememeliyiz. Kader hâkim, meşîet-i İlâhiye asıl ve esastır. “Allah dilemedikçe bizler yapamayız.” Bize düşen tevekkül ve rıza ile kadere teslim olmak, ihlâs ve samimiyetle hak bildiğimiz yolda çalışmaya devam etmektir.
26.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|