1990’da doğanlar, 1980 ihtilâlinin netâicini bilemezler. 1980’de doğanlar, 1971 askerî muhtırasını ve akabindeki yasaklamaların niçinini bilemezler. 1971’de doğanlar, 27 Mayıs 1960 ihtilâlini, Yassıada mezalimini ve üç devlet adamımızın haksız idam edilmelerini bilemezler ve 1960’da doğanlar ise 14 Mayıs 1950 öncesi Türkiye’sini bilemezler. Efendim ben tarih okuyorum desen de... Doğru tarih olsa idi, her gün yeni kitaplar ve yeni beyanlar olmazdı. İslâmî ve Kur’ânî çerçevede 1925-1950 yılları arasındaki Türkiye, diğer tarihlerle kıyaslanmayacak zorbalıklar ve yıkımlarla karşı karşıya kalmıştır.
İşte o dönemde, çağın Mevlânâ’sı tabiri kullanılan büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Hazretleri Kastamonu ilinde ikamete mecbur kılınır. Bütün aleyhteki gelişmelere rağmen o büyük veli, en büyük müjdeci Peygambere, Efendimize (asm) müteveccihen “Bir ümit yok mu?” der ve işte Hz. Peygamberimizin (asm) 14 asır önce çağımızı sarsan ve Müslümanlara inşirah veren müjdesi: “Ümmetimden bir taife kıyamete kadar hakkı galibâne muzafferiyet içinde dâvâ edecektir.”1 Bediüzzaman Hazretlerine ve münevver topluluğa şevk unsuru olmuş ve onların ifa ettiği muhteşem ve mübarek hizmet Türkiye’yi bugünlere getirmiş, bütün dünyaya rehber olmuş, muzaffer olmuşlar ve olmaktadırlar.
Yukarıdaki satırlara damga vuran merhum şair ve edip Ali Ulvi Kurucu’nun “Gecelerin gündüzü” kitabının birkaç satırı ile karşınıza çıkıyorum.
“1970’li yıllarında Endonezya’nın eski Başbakanlarından Dr. Muhammed Nasır, Medine-i Münevvere’ye gelmişdi, kendilerini ziyaret etmiştim. İlk sordukları suâl şu olmuştu: ‘Bu sene de Türkiye’den Hacı var mı?’ ‘Var, elhamdülillah’ demem üzerine: ‘Acaba adedi ne kadar?’ diye sordular. ‘Yüz elli bin’ dedim. ‘Yüz elli bin mi?’ diyerek, ağlamaya başladılar ve derhal odasındaki serili seccadesinin üzerine secdeye kapandılar. Secdeden kalkıp da yerlerine oturduklarında, kendilerine şöyle demiştim: ‘Efendim, verdiğim haber, zât-ı devletlerini çok heyecanlandırdı. Bugün sizi her zamankinden daha hisli buldum. Acaba bu hassasiyetinizin sebebini öğrenebilir miyim?’
“Aziz dostum! Bundan evvelki görüşmelerimizde zât-ı âlinize anlatmıştım ki, ben Lozan Muahedesi’ni çok iyi bilen bir diplomatım. O muahedenin hedef-i aslîsine göre, Müslüman Türk bugünleri görmeyecekti. Çünkü Türkiye’nin başını yemek için İngiliz Murahhas Hey’eti Reisi Lord Curzon’un başkanlığındaki kuzgunlar, Türkiye’nin Hıristiyan olması gerektiğini teklif ediyorlar ve Türk hey’etini, bu ağır teklifi kabule zorluyorlardı. İşte o tarihden itibaren Türkiye’deki bazı kanun, nizâmnâme ve tamimlerde, hep bu menhus teklifteki imân sûikasdının icra ve ifâsını hedef alan tesirler müşahede ediliyordu..
“Bütün bunlardan maksad, Müslüman Türk devletini, İslâm âleminden her şeyiyle koparmak idi. Bilhassa Harf İnkılâbı ile millet, mazisinden, kültüründen, medeniyetinden, dilinden, dininden ve târihinden koparılmış; yetişecek nesiller, bunca mânevî değer ve servetten mahrum kalmışlardır.. Bu eserlerden mahrum kalan nesiller, mutlaka ilmî ve tarihî hakikatlerden uzak resmî tarihlerin esiri olarak yetişeceklerdir. Yüce Kur’ân-ı Kerim’in yazısı cebren teâmülden kaldırıldı. Bu arada Kur’ân-ı Kerim’i okutanlar işkence görürken, öğrenenler de çeşitli cezalara çarptırıldı. Tarihe baktığımızda bir milletin topyekün kültür hayatına böylesine indirilmiş ağır darbeye, nadiren rastlanılabilir. Belki de benzeri görülemez..
“Siz, bu sene Türkiye’den yüz elli bin hacı gelmiş deyince, Allahü Zü’l-Celâl’in, bu insanlar üzerindeki kahır sultasının ihtişamlı tecellisi karşısında sevinç gözyaşlarımı tutamadım. Demek, yıllar yılı bir tek Müslümanı dahi hac farizasını ifâya göndermeyen Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, yüz elli bin hacıya pasaport verecek, dövizlerini te’min edecek ve onları kendisinin te’min ettiği vâsıtalarla hacca gönderecek ha!?.. Bu ne azametli tecelli sahnesidir, yâ Rabbi..”
Dipnotlar:
1- Buhârî, 9: 125, Müslim1: 137, 2., 1522, Hadis-i Şerif.
2- Gecelerin Gündüzü, s. 277-281, A.Ulvi Kurucu
21.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|