Ramazan ayının en önemli özelliklerinden biri insanlarda barış, muhabbet, kardeşlik duygularını uyandırmasıdır. Meteorolojik anlamda mevsimler olduğu gibi manevî anlamda da mevsimler olmalıdır. Ramazan ayı tevhid ve birlik mevsimidir. Zekât, fitre, bayram gibi sosyal uygulamalar hep bu mânâya yöneliktir. Aslında bu tür uygulamalarla hazırlanmış manevî atmosferin ülke ve dünya geneline yaydığımız ölçüde bu ayın sosyal yansımalarını gerçekleştirmiş oluruz. Bu rahmet ve bereket ayında Müslüman olan ve olmayan, inanan ya da inanmayan herkes bu mânâya odaklanmalı ve dünyayı kısır çekişmelerle birbirine zindan etmek yerine huzur ve barış dolu bir köye çevirmek gayreti içine girmelidir. Rabb-ı Rahim herkesin ruhunu bu mânâya hazırlamakla rahmetini ortaya koymuş kalan kısmı ise fertin duâsına bırakılmıştır.
Türkiye’nin önümüzdeki on yıl içinde büyük ölçüde yeniden şekilleneceği belirgin hale gelmiş bir dünyada çok önemli bir konuma geleceği Doğu ve Batı medeniyetlerinin mezcedildiği global dünyada ana bağlantı yeri olacağı yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaktadır. Birlikler ve diyaloglarla bir bütünleşme, küreselleşme sürecine girmiş dünyada gelecek inşaallah daha güzel olacaktır. Bu durumda Türkiye herhangi bir birliğin üyesi olmadan önce kendi içindeki birlik ve beraberliği sağlam esaslara dayalı ve samimî bir inançla tesis etmek zorundadır. Birlik uyum gerektirir. Yani, birliği oluşturan unsurların ahenk içinde bir arada bulunmaları, görev paylaşımının iyi tanımlanmış olması, karşılıklı güven duygularının iyi tesis edilmiş olması, yardımlaşma şarttır. Gerçek birliği oturtmuş şekilde bir arada bulunan unsurlar adeta “bir vücudun azaları,” “bir fabrikanın çarkları” gibidirler. Aralarındaki ahenk, “bir elin diğer ele rekabet etmediği,” “bir gözün diğer gözü tenkit etmediği,” “dilin kulağa itiraz etmediği,” “kalbin ruhun ayıbını görmediği” tarzda olmalıdır. Birbirinin, “noksanını ikmal eden,” “kusurunu örten”, “vazifesine muavenet eden” bir birliktelik şarttır. Samimî bir birlik ve sağlam bir tüzel kişilik için bunların gerektiğini ifade eden Bediüzzaman bunların sağlanamaması halinde olabilecekleri bir insan bedeni örneğinden hareketle şöyle dile getirmektedir: “Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.”
Dünya bir insan bedeni gibi sağlam bir uyuma doğru adım adım giderken bu beden içinde önemli bir aza olarak yer alacağı belirginleşmiş bir ülkenin kendi uyumunu en kısa zamanda tesis etmesi şarttır. Memleketimizdeki uyumsuzluklar genel olarak farklı dünya görüşlerinden ve memleketin selâmetini, kalkınmasını ve refah düzeyine ulaşmasını kendi inandığı tarzla irtibatlandırıp bunu kabullenmeyenlere karşı soğuk ve zaman zaman düşmanca hisler beslemekten kaynaklanmaktadır. Temel problem yalnızca kendi inandıklarını doğru ve memleketin kalkınmasına hizmet edecek tarz olarak kabul edip bunun dışındakileri büyük bir rahatlıkla yanlış olarak ilân edebilmektir. Oysa, algıları ve her kapasitesi ile sınırlanmış insan türü içinden hiç kimsenin bakışı gerçeği tamamı ile kuşatabilecek genişlikte değildir. O halde, herkesin kendi doğrularına inanma hakkı olmalı ancak hiç kimse kendisini evrensel hukukun ve genel anlamda kabul görmüş sosyolojik kuralların dışında karşı tarafı yanlışlıkla itham etme konumunda görmemelidir. Bu hem fertler, hem de kurumlar için geçerli olmalıdır.
Memleketimizde laik-mürteci, komünist-şeriatçı, modern-yobaz gibi uçları temsil eden tanımlamalar bu ruh halinden kaynaklanıyor olmalıdır. Farklı bakış açılarından hayatı ve varlığı algılayan ve kendi doğruları çerçevesinde anlamlandıran grupların birbirlerini tanımlamak için kullandıkları keskin ifadeler iç âlemlerdeki düşmanlığın, kabullenemeyişin bir ifadesi. Ancak bizler kendi irade ve tasarrufumuz dışında tek vücut olması gereken bir ülkenin fertleri olarak yaratıldık. Hiçbir grubun diğerlerini ortadan kaldırarak sadece kendi doğrularını hâkim kıldığı bir yere dönüştürmesi mümkün olmayan bir ülkedeyiz. Bu yolda verilen kavgaların da huzurumuzu kaçırmaktan ve kendi ellerimizle ülkemizi batışa sürüklemekten başka bir işe yaramadığını yakın tarih bizlere gösterdi. O halde asgarî müşterekleri iyi tanımlayıp bunların çerçevesinde bir arada yaşamaya mahkûmuz. Öyle ise herkesin birbirini olduğu şekliyle kabullendiği ve yanlışlıklarıyla sevebildiği mutlu bir ülkede yaşamak neden hedefimiz olmasın! Aile içinde farklı dünya görüşlerinden doğan çatışmaların da çözüm yolu kabullenmek değil midir?
Türkiye ailesinin temel tüzel kişilikleri olan hükümet, meclis, ordu, basın, bürokrasi gibi unsurların arasında da samimiyet esaslarına dayalı bir uyum, bir vücudun azaları, bir fabrikanın çarkları yaklaşımının hâkim olduğu bir ahenk şarttır. Hatta zaman bunu elzem hale getirmiştir. İnsanları birbirlerini olduğu şekliyle kabullenip vatandaşlık ve insanlık duyguları ile yürekten seven, kurumları son derece uyumlu ve birbirine güvenen ve herkesin geleceğe umut dolu baktığı, memleketi ve insanlığın ikbali için bir fiili duâ hükmünde bilimin kurallarına hakkıyla riayet eden, laik, dinci, komünist, muhafazakâr gibi tanımlar almış herkesin büyük bir uyum ve mutluluk içinde yaşadığı bir ülkemiz olsun istemez miyiz?
Ramazan ayı bunun en uygun zeminidir ve bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Artık siyasî tablonun da kaderin bir hükmü ve Kâinat Sultanının kabulüne mazhar olmuş hal olarak kabul edilmeli ve bu saatten sonra sorgulamakla vakit geçirmemelidir. Artık herkesin ortak duygularla geleceğe yönelme en dar daireden en genişe kadar birlik duyguları ile huzur dolu bir dünya için geleceğe yönelme zamanıdır. Bu anlamda Ramazan dünyanın her ferdine rahmet ve bereket olarak hediye edilmiş bir aydır.
17.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|