Esasında canlı veya cansızların hepsinin İndallahda bir değeri var. Mevlânâ bundan dolayı “Bizim nice biruh sandıklarımız gerçekte ziruhturlar” demiştir. Cansızlar da canlıların yaşaması için temel ortamı hazırlıyorlar. Tabir caizse cansızlar canlıların lojistikleri ve ikmalatıdır. Bundan dolayı hepsi gezegenimizin hayatının levazımatı arasındadır. Fakihlerin tabiriyle bu durumda ‘ma la yetimmu’l vacibu illa bihi fe huve vacip/ görevi tamamlayan şey de görev bağlamındadır’ demek durumundayız. Yani lojistik de, kemaliyat da lüzumiyattandır. Bu itibarla, Fatih Sultan Mehmet Han “Yaş kesenin başını kesrim” demiştir. Bu bağlamda, hayvanatın değeri ve masuniyeti konusunda Mustafa Sibai “İştirakiyetü’l İslam” kitabında değerli kayıtlar izhar etmektedir. İslâmın özü Allah’ı tazim ve yaratılmışlara şefkattir. Yunus Emre Hazretleri bunu çok güzel bir şekilde özlü bir sözle terennüm etmiştir “Yaratılanı sevdik yaratandan ötürü...”
Demek ki yaratılanlar üzerinde yaratıcının bir hatırı var ve bunu çiğnememek iktiza eder. Onun hatırı yaratılanların yani mahlûkatın hakkıdır. Onun hatırı mahlûkata güzel davranmamızı ilzam eder. Peygamberimiz de bu güzelliği veya hatırın ifasını fiiliyattaki uygulamalarıyla göstermiştir. Nitekim Abdullah İbni Cafer (Radiyallahu Anh) rivayet ediyor: Günlerden birgün Resulü Ekrem Efendimiz ensardan birisinin avlusuna girdiler. Gözleri orada bulunan bir deveye ilişti. Yanına gittiler. O zaman teessürlerinden mübarek gözleri yaşardı. Deveyi sıvazlayarak:
“Bu deve kimin, sahibi nerede?” buyurdular.
Ensardan genç birisi çıkıp, gelip, “Benimdir” deyince Peygamberimiz ona hitaben “Allah’ın sana verdiği bu deveye ettiklerin nedir? Allah’tan korkmaz mısın? Aç, susuz kullandın. Kullandın da artık ihtiyarladı. İşe yaramıyor diye bir kenara attın. Kesmek istiyorsun. Padişahların iyisi bile böyle yapmaz” buyurdular. Peygamberimiz bu fiilin ancak kötü ve zalim sultanlardan raiyyesine yönelik olarak sadır olabileceğini hatırlatıyor.. Bu muhavere ve konuşmanın ardından Peygamberimiz deveyi satın alarak deveyi azat eder ve. “Ey deveciğim istediğin yere git. Seni Allah için azat ediyorum” buyurdular. (Hakim Sabit, İlmihal, Sebilürreşad Kütüphanesi, 1331, s: 127).
***
Hayvana veya deveye verilen bu değer fazlasıyla insana da verilmiştir. Bu değer bazında ve bağlantısında cinsiyet veya diyanet farkı gözetilmemiştir. Fakihler gözetse bile bu itibaridir. Ontolojik bağlamda değildir. Sözgelimi günümüzde Yusuf el Karadavi maktulün diyeti konusunda kadın erkek diyetini eşitlemiştir. Konumuz bu olmadığı için tafsilata girmiyoruz lâkin hatırlatmadan da geçemedik.
Peygamberimizin deveye olan muamelesine benzer bir şekilde Hazreti Ömer de zimmilere aynı şefkat ve rikkat ve rifkla yanaşmıştır. Ontolojik bağlamda bilâ tefrik muamelede rifk ve şefkat vardır. Bundan dolayı Peygamberimiz hayvanı keserken canını acıtmamamızı öğütlüyor. Yoksa bu muamelede benzerlik insan veya hayvanın eşitlenmesi keyfiyeti değildir. Yahudi veya başka bir din mensubu da olsa Hazreti Ömer onları Müslümanlardan ayırmamıştır. Cizye ödenmesinde Hıristiyanların talepleri üzerine isim farkını kaldırdığı gibi yaşlananlarından veya bikeslerden vergiyi de kaldırmıştır. Selahaddin Eyyübi’nin Kudüs’ün yeniden fethinden sonraki uygulaması böyle değil midir? Malî takatı olmayan esirleri fidyesiz serbest bırakmıştır. Hazreti Ali’nin ifadesiyle gayri müslimler diyanet dairesinde bizden ayrılsalar ve bu noktada kardeşimiz olmasalar bile insaniyet dairesinde kardeşimizdirler. İslâmiyet ise insaniyet-i kübradır. Bu noktada Yusuf el Karadavi insanları insanlık birliğine çağırıyor.
Hazreti Ömer hilâfeti günlerinde yolda bir Yahudiye rastlayınca onu cizyeden muaf tutmuştur. Ve beytü’l mal yetkilisiyle de karşılıklı bir iç muhasebe yapmıştır. Beytü’l mal sorumlusuna iç muhasebenin bir sonucu olarak şunları söylemiştir: “Vallahi kendisine insaflı davranmadık. Gençliğini harcadık, ihtiyarlığında ise yüzüstü bıraktık. Halbuki sadaka fakir ve miskinlerindir. Bu zat da miskinlerden birisidir (Turasu hulafai’r raşidin, Subhi Mahmasani, s: 101)...” Bazı müfessirler Nisa Sûresinde geçen ‘caru’l cünübü’ ifadesinden yani yan komşulardan muradın Ehl-i kitap veya umumen gayri müslimler olduğunu söylemişlerdir. İşin ilginç tarafı Hazreti Peygamberimiz genç ensara devenin gençliğini yedikten ve tükettikten sonra onu yüzüstü bıraktığını, oysa onun bir canlı olarak bu muameleyi hak etmediğini söylemesindeki yaklaşımın bir benzerini Hazreti Ömer’in zimmiye davranışında da gözlüyoruz. Aynı yaklaşım tarzını Hazreti Ömer’de de bir Yahudi zimmiye karşı görüyoruz. Medeniyetler ancak bu veya benzeri uygulamalar üzerinde yükselebilirler. Evet kim veya ne olursa olsun önce canlıya, sonra da özelde insana şefkat kanatlarımızı germeliyiz. İslâmiyetin ve insanlığın icabı budur. Bu aynı zamanda bir vefa gereği ve göstergesidir de.
İslâmiyet herşeye karşı rıfk ve rifkat ve incelik dinidir.
17.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|