Gönlümüzü sahibine açalım. Sevgimizi sevgimize lâyık olana saçalım. Yabancı otlar bitmesin gönül tarlamızda. Zehirli ballar ile kendimizi kandırmayalım. Aklımızı Kâinatın Sultanını tanımak için kullanalım.
Kalbimizi iman nurlarıyla aydınlatalım. Gerçek güzellikler bizim olsun. Onların değerini bilelim. Geçici heveslerle gönül dünyamızı karanlıklara boğmayalım, insan gibi yaşayalım, kendimiz olalım, huzur bulalım.
Şafak vakitlerinde uyanalım. O gün sadece Sahibimize yöneleceğimize karar verelim. Bütün mahlûkât gibi bizler de zikir meclislerine katılalım. Eğilelim büyük gücün karşısında, secdelere varalım Rabbimizin huzurunda.
Gözlerimizi yeni güne açtığımızda, önümüzde bizce meçhul olan anlar bulunacaktır. Bizler nelerle karşılaşacağımızı tam olarak bilememekteyiz. Yaratıcımızın, zamanı bizler için nasıl yarattığını bilemeyiz. Bilemediğimiz için Onun rahmetine yöneleceğiz, Onun bizler için güzellikler takdir etmesi için Ona bütün samimiyetimizle yalvaracağız.
Rabb-i Rahime yalvarmak, Onun rahmet deryasına dalmak, onun ümit denizinden istifade etmek, Onun Rububiyetine boyun eğmek vazifemiz olsun. Dünyaya değil, Ona kalbimizi bağlayalım. Fanilere değil, Ona ümit bağlayalım. Bizlere faydası dokunmayacak acizlerden değil, Ondan medet bekleyelim.
Karar verelim ki, Ondan başka kimseye kendimizi beğendirmeye çalışmayacağız. Söz verelim ki, Ondan başka kimsenin rızasını aramayacağız. Zihnimizi fani olanlarla değil, bizi bekaya kavuşturacak olanlarla meşgul etmeye ahd edelim. Andımız Rabbimize olsun, kulluğumuz sadece Ona olsun, cehdimiz sadece Onu memnun etmek için devam etsin.
İlk hatırlayacağımız insan, insanlık âleminin medar-ı iftiharı Muhammed Mustafa (asm) olsun. Rabbimiz onu en güzel şekilde terbiye etmiş, Rabbimiz onu âlemlere rahmet olarak göndermiş, Rabbimiz onu bizlere rehber-i ekmel olarak tayin etmiş, kâinatımızı onun nuruyla aydınlatmıştır.
O yüce insanı (asm) unutacak kadar aklımızı kaybetmişiz? Onun aydınlık yolu dururken hangi akılla bin bir günahlarla hayatını sürdürenlere tabi oluruz? Onun nuru gönlümüzü aydınlatmazsa yazık olur insanlığımıza. Onun şefaatine liyakat kesb etmezsek yazıklar olur bize. Onun o yüce sevgisine lâyık olmazsak küller dökülsün başımıza...
Ne büyük aydınlıklar var dünyamızda... Ne kadar dosdoğru yollar bizi beklemektedir. Neden karanlıklara götüren şeytanların peşinden gitmeye meyyal olalım? Neden hem dünyamızı hem de ahiretimizi mahvedecek nadanlara kanalım?
Elimizde Kur’ân gibi bir manevî güneş varken, neden ölgün ışıklara koşalım. Rabbimizi bize tarif eden muarriflere yönelelim. Kâinattan Rabbimizi sorup öğrenelim. Bakınız her mahlûk lisan-ı mahsusuyla bizlere seslenmekte, bizlere Yaratıcımızı işaret etmektedir. Okuyalım bu, sahifeleri sınırsız olan kitabı. Arıtalım kalbimizi fani dünyaya yönelik malûmatlardan.
Bakınız Nebbiy-i Zîşân da konuşuyor. O da bize Rabbimizi tanıtıyor. O şan sahibi olan Nebî ki, ona ümmet olmak kadar şerefli bir mevki bu dünyada bulunmamaktadır. Ona ümmet olmak kadar gönül dünyamıza aydınlıklar saçan başka bir mensubiyet olamaz. Elimize geçmiş olan bu büyük fırsatı değerlendirmezsek gerçekten bedbaht olanlardan oluruz.
Rabbimize yönelelim, Peygamberimizin (asm) huzur veren yolundan gidelim, Kur’ân-ı Azimüşşanın âyetlerini okuyalım. Unutmayalım ki, hakikî bir insan olmak için başka bir yol bulunmamaktadır. Şuurlu ve ihlâslı bir Müslüman olmaktan başka hiçbir yola yol demeyelim, karanlık ve çukurlu, çamurlu geçitleri tercih etmeyelim...
Öyle bir yaşayalım ki, Rabbimizi anınca, Peygamberimizi hatırlayınca, Kur’ânımızı okuyunca, kalbimiz vücudumuzu sarssın, vücudumuzdaki tüyler diken diken olsun, gözlerimiz nemlensin, oradan yaşlar aksın. Karanlıklar dünyamızı tamamen terk etsin, aydınlıklar bütün afakımızı sarsın. Cennetler bizim olsun, cehennemler zalimler için yaşasın...
17.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|