Ahmet Başargil:
* “1- Sevgili Peygamberimizin (asm) resim olan yere melek gelmez hadis-i şerifinin kaynağını yazar mısınız? 2- Kıble yönünde insan resimleri var ise namaza bir mahzuru var mıdır? Bir ilâhiyat öğretim üyesi resmin puta tapıldığı zamanlardaki devirde geçerli olduğunu şu zamanda insan resmi kıblede olsa da namaza herhangi bir zararı olmadığını söyledi. Hocam bu hadisi şerif bugün için hükmünü kaybetti mi? Hayırlı Ramazanlar.”
1- İçinde resim ve suret bulunan eve meleklerin girmeyeceğini bildiren hadis-i şerifler altı muteber hadis kitabında da vardır. İşte kaynakları: 1- Buhârî, Libas 92, 88, Bed’ü’l-Halk 6, 14, Megâzî 11; 2-Müslim, Libas 102 (2112), (2606); 3- Ebû Dâvud, Libas 48, (4158), (4155); 4- Tirmizî, Edeb 44, (2805), (2807); 5- Nesâî, Zînet 113, (8, 216), Zînet 112, (8, 212, 213); 6- İbnu Mace, Libas 44, (3649).
2- Meleklerin sûret ve resimlerden hoşlanmayışının gerekçesi açıktı aslında: Tarih boyunca insanlığın suretleri ve resimleri putlaştırmak ve kutsallaştırmak gibi bir zaafı vardı ve bu zaaf İslâmiyet’in geldiği dönemde de devam ediyordu. İslâmiyet geldiğinde insanların evlerinde, ceplerinde yığınla putlar vardı ve Peygamber Efendimiz Mekke’yi fethettiğinde Kâbe putlarla dolu idi. Yani tarih boyunca insanoğlu resmi ve sureti hangi masum gerekçe ile yapmış olursa olsun, zamanla putlaştırmış ve kudsiyet izafe etmiştir. Bu durum ise elbette Tevhid dini olan İslâmiyet’in hoşlanmadığı bir yana, savaştığı bir durumdur.
3- Buna rağmen; yüce dinimizdeki şefkat tecellisine bakın ki, resimler ve suretler için putlaştırılmaması ve kutsallık izafe edilmemesi şartıyla şiddetli bir hüküm ortaya koymamış, mekruh (çirkin) bulmakla yetinmiştir. Yani bu durum, hadis-i şerifin bu gün hükmünü kaybettiğini göstermez; Hazret-i Peygamberin (asm) üzerimizdeki şiddetli şefkatini gösterir.
4- Kıble tarafında resim bulunan odada namaz kılmak mekruhtur. Fakat bu durum, namazı fesada verecek, iptale götürecek ve bozacak derecede ileri bir hüküm değildir. Mekruhtur, yani çirkindir. Yani namaz adabına uygun değildir. Fakat eğer namaz kılacak başka yer bulamamış isek, burada da namaz kılınabilir, caizdir.
***
Feride Hanım:
*“Günahkâr kulun duâsı kabul olur mu?”
İslâm’da duânın kabul şartları içinde kişinin günahkâr olup olmaması ile ilgili bir şart yoktur. Çünkü zaten günahkârlık kulluğun şenindendir. Bağışlamak da Allah’ın şenindendir. Kul günah işler. Günah, kulun duâsı ile Allah arasında bir perde oluşturmaz. Her kulun duâsı makbul olur. Yeter ki duâ etsin.
Öte yandan, Kur’ân mü’min kulları ısrarla tövbeye dâvet ediyor. Hatta “Kim tövbe etmezse, işte onlar, kendilerine zulmedenlerdir”1 der. Oysa tövbe etmek başlı başına bir duâdır. Ve günah tövbeyi gerekli ve hatta zorunlu kılıyor. Öyleyse, günahkârım öyleyse duâ edemem gibi bir şartlanmanın İslâm’da yeri yoktur. Tövbeye ve duâya devam emri vardır.
“Duânız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?”2 Ve “duâ edin, size cevap vereyim”3 âyetlerinin tefsirinde önemli duâ üslûplarına işaret eden Bedîüzzaman, duânın kabul şartlarının bu üslûplar ve diller içinde gizli olduğunu beyan eder. Bedîüzzaman’a göre, adabına uygun olarak Cenâb-ı Hak’tan bir şey istendiğinde, Cenâb-ı Hak verir. duâda kullanılan önemli üslûplar ve diller şunlardır:
1- İstidat dili: İstidat ve yeteneklerin dili ile istenen şey daima verilir. Bütün varlıkların istidat dili ile yaptıkları duâlar Allah’ın dergâhına yükselmekte ve kabul görmektedir. Buna bütün kâinat şahittir.
2- Fıtrî ihtiyaç dili: İstenen şey, fıtrî bir ihtiyaç ise, kabul edilir. duâlarını fıtrî ihtiyaç diliyle yapan canlılar, ihtiyaçlarına ummadıkları şekillerde ulaşmaktadırlar.
3- Iztırar dili: Zorda kalan ve dert çeken acı sahibi birisinin “acı diliyle” yaptığı duâyı Cenâb-ı Hak makbul sayar.
4- Hal ve fiil dili: Bizzat fiil ve davranışlarıyla uygun tutum sergilenerek yapılan duâlar makbule şayandır. Sebepleri bir araya getirmek, Allah’ın istenen şeyi vermesi için görmek istediği bir fiilî duâ hâlidir. Meselâ hasta olan birisi doktora, eczacıya Allah’tan şifa talebiyle gider, ilâçlarını Allah’tan şifa talebiyle alır ve kullanır. Hastanın bu hâli bir duâ vaziyetidir ki, Cenâb-ı Hak katında makbul sayılır. Yine meselâ bir çiftçi, Cenâb-ı Hak’tan bereketli ürün istemek için, toprağı sürmekle rahmet kapısını çalmış olur.
5- Söz ve kalp dili: İlk dört dil ile ulaşılmayan bir istek ve ihtiyaç için nihayet söz dili ile duâ edilir ve Cenâb-ı Hak’tan istenir. Kul, güç yetiremediği konularda diliyle ve kalbiyle Allah’ın kudret ve rahmetine sığınır, Cenâb-ı Hak da bu sığınışı inşaallah kabul eder.
Duâ da bir ibadet olduğundan, dünyevî maksatlar gaye edilerek yapılmayacağını beyan eden Üstad Saîd Nursî, ibadetin gayesinin uhrevî olduğunu, dünyevî maksatların ise ancak bu ibadetin özel vakitleri hükmünde olduğunu kaydeder. Bedîüzzaman’a göre, belâların gelmesi, dertlerin verilmesi, hastalıkların ve muzır şeylerin musallat olması bazı duâların hususî vakitleridir. Bu vakitlerde Cenâb-ı Hakk’a duâ edilmelidir. Ancak belâlar gitmez ise, “duâm kabul olmadı.” denilmemeli; “duânın vakti bitmedi.” denilmeli ve duâya devam edilmelidir. Allah’ın rahmetinden ümit kesilmemelidir.4
Dipnotlar: 1- Hucûrât Sûresi: 11, 2- Furkân Sûresi, 25/77, 3- Mü’min Sûresi, 40/60, 4- Bedîüzzaman, Sözler, s. 287
17.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|