Yaz gezilerinin en arzu ettiğim taraflarından birisi, akraba, kardeş, dost, arkadaş albümlerime yeni isimlerin ve resimlerin katılmasıdır. Gittiğimiz mekânlardaki selâm verdiğimiz insan sayısına bir iki daha ilave yapmak, gezi hedeflerimden birisidir. Tabiî sadece selâm verecek insan sayısı değil, selâmla birlikte paylaşacağımız hakîkatleri bir iki kişiye daha ulaştırmaktır derdim. Ama selâm olmadan kelâm olmuyor.
Tabiî öncelikli gezi amacımız, sıla-i rahimdir. Zira biliyoruz ki, sıla-i rahmi kesen Allah’ın rahmetinden de ümidini kesmelidir. Sıla-i rahmi kesen evinin bereketinin kesilmesine zemin hazırlıyor demektir. Onun için kan kardeşlerle oturup dertleşmek, duygu paylaşımı yapmak, şartları nasıl olursa olsun, insan için önemli bir ihtiyaç. Kız kardeşimiz, erkek kardeşimiz, ablamız, ağabeyimiz bu dünyada bizlere verilmiş birer yakın arkadaş ve sıcak bir dost ve bizi en az bizim kadar düşünen birer yardımcı konumundadır.
Onun için kan kardeşleriyle bağları güçlendirmeli insan.
Muhacir ve ensar çok güzel bir örnek
Tabiî bir de iman kardeşliği var ki, bu noktaya apayrı bir sayfa açmak gerekiyor. Dinin ortaya koyduğu, şartlarını dinin belirlediği bir kardeşlik. Tıpkı Mekke’den Medine’ye hicret eden muhacir iman kardeşlerine karşı, Medineli ensarın gösterdiği yakınlık, sıcaklık, paylaşım, ihlâs, sadakat çok özel üzerinde düşünülesi bir muameledir. Tanımadığı, bilmediği, görmediği insanlara karşı, sadece dinin ‘kardeş’ ilân etmesi sonucu, ‘kendisi için ne istiyorsa, kardeşi için de onu ister hale gelmeleri’, ‘kendilerine yapılmasını istemediklerini kardeşlerine de yapmama’ halleri imanın insana kattığı nurdan başka bir şey olamaz.
Şimdi yaz tatillerinde gittiğimiz farklı şehirlerdeki iman kardeşlerimizle, nur talebesi kardeşlerimizle olan muamelelerimizde, inanın ensarın davranışlarından izler taşımaktadır. İlk kez gittiğimiz şehirdeki, ilk kez görüşeceğimiz, nurlarla hayatını süslendirmiş kardeşimizin tavrını merak ediyorum. Ve onun tavrı ile kan akrabalarımdan herhangi birisinin tavrı arasında ne gibi bir benzerlik olacağına kendimi uyarıyorum.
Davranışlar içeriden size bilgi sunuyor
İlk kez karşılaştığımız iman kardeşimin ‘hoş geldiniz’ ses tonu, ‘nasılsınız’ ses tonu ve musafaha yaparkenki kucaklayışındaki kollarına yüklediği o kardeşlik hissi, gerçekten ehl-i iman olmanın o yüksek makamını gösterir bir muhteva taşıyor.
Bu davranışların varlıkla yoklukla da pek bir alâkası yok. Çünkü kişi varının davranışlarını içinde taşır. Nice varlığı çok olanlar var ki, o samimiyeti ve ihlâsı kaybetmiş. Nice az ama sadece varını paylaşanlar var ki, o küçücük var, ona koca bir hazinenin kapısını aralamaktadır.
Anadolumuzda şehir şehir, ilçe ilçe, köy köy birbirinden farklı kültür, birbirinden farklı davranış ve birbirinden renkli ilgi örnekleriyle karşılaşıyorsunuz. Hepsi de içerisinde dinimizden özler taşıyarak varlığını yarınlara taşıyorlar.
Çoban, ‘biz kardeşiz’ diyor
Toros dağlarının eteklerinde, yol kenarına kurmuş olduğu çoban evinde, gelen giden yolcu misafirlerine taze ayran ikram eden ve ikram ederken de lezzet alan, tebessüm ederek, ‘biz kardeşiz’ diyen çoban amcayı böyle bir halete taşıyan sizce nedir? Ona, gelen geçen yolculara ‘biz kardeşiz´ dedirten hangi bilgidir? Belki karnı aç olanlar olabilir diye, kendilerinin yaptıkları açma ekmek içerisinde yağ, peynir ikramları yaptıran ve hiçbir beklenti için de bunları yapmadıkları anlaşılan çobana, gelin siz modern dünyanın tanımlamaları içerisinde bir tanım yapın.
Anadolu bu zenginliklerle dolu. Neresine gitseniz, insanlığa yakışan, nezaket dolu, sevgi dolu, şefkat dolu, merhamet dolu davranışlarla karşılaşıyorsunuz. Onun için özellikle de kitle iletişimini bozan vasıtaların girmediği Anadolu yerleşimlerinde, bu özler daha diri ve canlı olarak yaşamaktadırlar.
İşte Toros dağlarının eteklerinde yaşayan televizyonsuz, internetsiz, radyosuz, gazetesiz, dergisiz insanların ortaya koydukları davranış modelleri.
Oysa ki şehirdeki insanlar arasında, iletişim araçlarının sosyal ilişkileri bitirmesi dikkat çekici… İletişim araçlarının çocuk oyunlarını bitirmesi hayret verici… İletişim araçlarının ev oturmalarını bitirmesi hüzün verici…
Sevgili, 60 yaşındaki teyzemin evinde dört tane televizyon var. 15 dakika oturabildik teyzemle. Nasılsın teyze? İyiyim teyzem, sen nasılsın? Ben de iyiyim teyze. Çocuklar nasıl? Onlar da iyiler, sizinkiler nasıl? Bizimkiler de iyiler.
Haydi hoşça kalın teyze. Güle güle teyzem.
Gidilmeyen akraba yabancılaşıyor, gidilen yabancılar akrabalaşıyor.
Neyini kaybettiğini bilememek ne kadar acı!
Peki ne oluyor da, insanlar köylerden, kasabalardan, dağ eteklerinden şehirlere göçtükçe, şehir yaşanır olmaktan çıkıyor? Yine neler oluyor da, insanlar daha çok bilgiye, daha çok kültüre sahip oldukça; bilgi kültür yaşanır olmaktan çıkıyor?
Hani şehirde olmak, şehirli olmak, kalabalıklar içerisinde olmak daha çok hak ve hukuku gözeterek yaşamak olarak değerlendiriliyordu? Hani şehirli olmak ile medeni olmak aynı anlamda kullanılıyordu?
Şehirler hâlâ nelerini kaybettiğini aramayacaklar mı?
Neyini kaybettiğini bilememek kadar bir cehalet var mı?
En acısı da bu…
15.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|